Anlıyormuş Gibi

12 Mart 2024 Salı

George A. Romero “Yaşayan Ölüler” film serisi ile sinema tarihinde “zombi” temasını, sistem eleştirisi için bir metafor olarak kullanan isimlerin en önemlisidir. Özellikle 1978 yılında ürettiği “Dawn Of The Dead” filminde hikayesini, A.B.D.’de o dönemde palazlanmaya başlayan alışveriş merkezlerinden birinde anlatır.

Filmde zombileri, alışveriş merkezi içinde nerede bir etkinlik, ışıltı, ses yani baştan çıkarıcı bir kampanya uyaranı varsa şuursuz kitleler halinde o yöne yürürlerken resmeder. Bugün bir AVM’nin tam ortasında durup çevrenizi bir süre izlediğinizde, insanların tıpkı bu filmdeki “yaşayan ölüler” gibi kitleler halinde ve programlanmışçasına aynı uyaranlara yöneldiğini görürsünüz. Kimileri için “saçma sapan” olarak adlandırılan bu filmler, müthiş bir gözlem yeteneğinin ürünü olan önemli sanatsal manifestolardır.

Geçtiğimiz günlerde kimilerinin anlam veremeyip saçma bulduğu, kimilerinin ise değerli bir üretim olarak gördüğü “Gibi” adlı dijital platform dizisi, 5. sezonunu “Sinek” adlı bir bölümle, toplumda at başı giden yönelimler üzerine sert bir bölümle açtı.

Bir konuda uzmanlık sahibi olmak için yıllarca çalışmayı gereksiz gören, ilgi bağımlısı haline gelmiş günümüz insanı, kerameti kendinden menkul kimi alanlar icat edip bu konularda uzmanlıklarını ilan ederek ilgi odağı olabiliyor.

Dizideki İlkkan karakteri de bu bölümde kendini tarot konusunda ehli bir danışman olarak konumlayarak çevresinin ilgisini cezbetmeyi başarıyor. Sonuçta “tarot uzmanıyım” dediğinizde bu konuda yeterliliğiniz sorgulanamıyor çünkü uzmanı olduğunuz bu gibi alanların kendi zaten başlı başına varsayımsal.  Danışanlarınıza “nasip”, “kısmet”, “enerji”, “kuantum”,  “gezegenlere olan açı”, “çakra”, “üçüncü göz” gibi popüler laflarla ileri geri yorumlar yapmanız yeterli oluyor.

Özetle İlkkan, tarot kartları açıp yorumlayarak danışanlarının gözünde şöhreti yakalıyor ancak bomboş bir odağa yönelen ilgi başka bir bomboş odağa hızla yönelebiliyor. Sonuçta diğer bir karakter olan Yılmaz’ın ayağıyla sinek yakalaması ya da Ersoy’un sırtındaki alerjinin Turgut Özal’a benzemesi İlkkan’ı hızla çıktığı tahtından yine aynı hızla indirerek tarota olan ilginin aniden kaybolmasına neden oluyor. Dizideki insanlar, Romero’nun yaşayan ölüleri misali yön değiştirerek bir boşluktan diğerine saniyeler içinde savruluyor.

Avamın kapısında izdiham olma halimiz, ortada ne uzun soluklu ciddiye alınacak bir değer ne de bunu ölçecek bir kavrayış olmadığını gösteriyor. “Gibi”nin bu bölümünün ortaya koyduğu kifayetsiz muhterislik metaforunu, ister her gün bir yenisi çıkıp kaybolan ünlüler olarak alın, ister sosyal medyada sürekli kaydırıp bir ondan bir ötekine geçtiğiniz anlamsız videolar olarak alın her tabloya birebir uyuyor. Çok önemseyerek gündem haline getirip ertesi hafta tümüyle unutup bir diğerine yöneldiğiniz TV dizileri veya günlük siyasi polemikler hatta bugün aşk bombardımanına tutup yarın görmezden geldiğimiz flörtlerle dolu romantik hayatlarımıza baktığımızda “Gibi”nin bu bölümü de pek çok bölümü gibi üzerine günlerce konuştuğumuz ödül sezonu filmlerinden daha çok şey söylüyor.

Dizinin sonunda mahallenin eczacısına kuşkuyla yaklaşılan bir olay da bütün tabloyu tamamlıyor. Keza bilimsel yaklaşımda aranan ilkelerden “kuşkuculuğun” bilgi zemininden kopuk biçimde toplumda hayat bulması da diğer popüler sorunlarımızdan. Nihayetinde bilimden, eczacıdan, aşıdan kuşku duyduğu kadar tarot falından kuşku duymayanların, pek de bir şeyden anlamayan ama hemen her şeyden “anlıyormuş gibi” yapanların dünyasındayız. İnsanlık kendince bir sorgulama yapıyor ama düşünme eyleminin temel prensiplerinden habersiz her akıl yürütme eylemi bağlamdan kopuk, tutarsız ve mantıksız yorumlara gebe kalıyor.

Tüm bunlara baktığımızda 1980’lerden bu yana Türkiye’de “irtica” yani “gericiliğin” sıklıkla konuşulan konulardan biri olduğunu hatırlıyorum. Günümüzde ise “inziva”, “arınma”, “yaşam koçluğu” adı altında spritüel ve aslen özünde Hinduizm ritüellerinden beslenen aktivitelere olan ilgi, gericiliğin zemin değiştirdiğini gösteriyor. İnanç hürriyeti ve inançlara olan saygının anayasal bir hak olduğunu unutmamak kaydıyla, kendini modern olarak tanımlayan insanın bambaşka bir ortaçağ zemini inşa ettiğini de gözden kaçırmamak gerekiyor.

Tabloyu tamamlarken balığın baştan koktuğunu da es geçmeyelim. Toplum bu yönde ilerlerken, siyaset kurumunun da uzmanlıktan nasibini almamış insanlarca işgal edildiğini görüyoruz. Haberciliğin hayatın diğer renklerini görmezden gelerek siyasiler üzerine odaklanıp tep tipleşmesi, siyaseti bir ilgi odağı olma ve zenginleşme aracı haline getirdi. Tıpkı tarot falı bakan insanların bu konudaki uzmanlık ve yeterliliğini sorgulamadığımız gibi belediye başkanlığına adaylığını koyan isimlerin de “bir beldeyi yönetmek” ile ilgili nasıl bir donanım ve yeterliliğe sahip olduğunu sormak pek aklımıza gelmiyor. Bugün siyaset arenasında gördüğümüz isimlerin kaçının üniversitelerin “Siyaset Bilimleri”, ya da en azından “Kamu Yönetimi” gibi bölümlerinden diploma aldığı ortada.

Entelektüel birikimiyle gönüllerin Cumhurbaşkanı olarak da her zaman sevgi ve saygıyla andığımız değerli sanatçılarımızdan Barış Manço doksanlı yılların ortasında, kendine ideal olarak edindiği kültür misyonunu sergileyebilmek için Kadıköy Belediye Başkanlığına adaylığını koymuştu. Kendine sunulan “danışma” kurulunda çevre mühendisleri ve bilim insanlarından ziyade müteahhitlerin olması, Manço’yu hayal kırıklığına uğratmış, başka sevimsiz tablolara da yakından şahit olunca, sağlık sorunlarını mazeret göstererek hızla giriştiği adaylıktan aynı hızla ve nezaketle çekilmişti.

“Gibi”deki İlkkan’ın tarot falına baktığı insanlara “danışanım” dediğini anımsarsak, kısa ve çok değerli ömürlerimize yön vermek için danıştığımız insanların bu konuda ne kadar yeterli olduklarını sorgulamanın en temel haklarımızdan biri olduğunu hatırlamamız dileklerimle.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sırası mı şimdi? 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları