Sırası mı şimdi?

26 Mart 2024 Salı

2021 yapımı “Dünyadan Haberler / News Of The World” filmi haber alma özgürlüğünün önemine vurgu yapan bir roman uyarlamasıydı. Hikâye anlatmanın gerekliliğine ve bugün de halkın haber alma özgürlüğünden hoşlanmayanların karanlık dünyalarına o yıllardan bir selam gönderiyordu.

İzleyenler hemen anımsayacaktır; ABD’de, Kuzey ve Güney’in ırkçılık başta olmak üzere pek çok nedenle ayrıştığı bir dönemde eski bir asker (Tom Hanks) kasaba kasaba gezip insanlara geceleri yanında getirdiği gazetelerden haberler okuyordu. Televizyon ve radyonun olmadığı o yıllarda, herkesi bir araya toplayarak gerçekleştirdiği haber okuma etkinliğini bir gösteriye dönüştürerek hem geçimini sağlıyor hem de insanların komşu kasabadan bile haberinin olmadığı bir dünyada onları olan bitenden haberdar ediyordu.  Ne yazık ki bu filmin, hiçbir haber kanalında bu yönleriyle ele alındığını göremedik. Her gün sansürle boğuşan medya, sansürü anlatan bir eseri, tıpkı kendilerini yok sayan otorite gibi yok saymıştı. Hatta habercilerin kendilerini anlatan bu filmden haberleri bile yoktu.

Yine birkaç yıl önce “Spotlight” filmi vizyona girdiğinde sevgili Emre Kongar Hocamızla medyanın ve insanların ilgisini bu filme çekmek için sosyal medyada aylarca çabalamıştık. Ruhban sınıfının çocuk tacizlerini, gazetecilik cesaretiyle açığa çıkaran bu gerçek hikâye, ülkemizde yaşananlara çok uzak değildi. Film Oscar kazanınca medyamızın ilgisini nihayet çekmişti. Ancak bir işaret fişeği görmeden harekete geçmeyişimiz önemli bir dert idi.

Ülkemizde Gezi Parkı önemli bir tarihi kırılma noktasıyken yine aynı yıllarda gösterime giren “Şikago Yedilisinin Yargılanması” filminin hiç konuşulmamış olması da ilginç. Oysa o filmde olup bitenler de bizde olup bitenlerle çok benzerdi.

Futbolun üç büyüklerinin çekişmesi misali bir kör dövüşüne dönüşen seçim gündemini ve siyasi analizleri, bazen bir çizgi romandan, bazen bir filmden, popüler kültürün ya da sanat tarihinin nadide bir eserinden yola çıkarak izah etmek, ülkemizin aydınlanma ölçüsünde önemli bir renk ve seviye göstergesi olmalı.

Dünyada Slavoj Zizek gibi modern felsefeciler popüler kültür örneklerinden alıntılar yaparak düşünceleri daha sığ görünen bir yüzeye yaymak için emek verirler.  

Burada da bazen Sayın Emre Kongar, bazen sinemanın psikolojik alt metinlerine dair okumalarla dikkat çeken Mehmet Sindel gibi değer verdiğim bir avuç entelektüel; ülkenin hiç bitmeyen siyasi ajandası esnasında ne zaman bir filme dikkat çekmek istesek hep aynı tepkiyle karşılaşıyoruz. “Köy yanarken saçını tarıyorsun efendi, ülke yanıyor yanıyor, memleket yangın yeri; sırası mı şimdi?”

Sırası mı şimdi diyenlerin başında çoğunlukla memleketi herkesten çok düşündüğünü öne süren insanlar geliyor. Bu isimlerin bir bölümü kendini topluma aydın olarak tanıtıyor.

Ferhan Şensoy hayatından kesitleri tatlı ve akışkan bir dille anlattığı tek kişilik Fernâme adlı oyununda Beyoğlu Çiçek Bar’da her akşam aynı köşede oturan yeşil parkalı bir gruptan söz eder. “Çiçek Bar’a genelde Yeşilçam tayfası gelir. Ben bu köşede oturanlara yeşil parkalı, pos bıyıklı kızılçamcı derdim. Onlar asla gülmezlerdi. Çok ciddiydiler,” diyerek bu ciddiyeti abartılı ve yersiz bulduğunu tatlı sert bir mizahla hicveder.

Geçtiğimiz hafta sonsuzluğa uğurladığımız değerli büyüğümüz Ali Sirmen’in unutulmaz cümlesi aklıma geliyor: “Asık yüzlü laubaliler arasında güler yüzlü bir ciddi olabilmek” İşte ihtiyacımız olan insan profili. 

Bir sanat eseriyle ilgilenmeniz sizi köy yanarken saç tarar pozisyonuna düşürmez. Aksine bu tek tipleşmiş ya da aynı anda kutuplaşmış insanlığı, farklı bir bakış açısı olan sanat anlatıp tanımlar. Sanat, farklılıkların olmadığı habitatı ölümle eş değer tutar. Kaldı ki bilim de bu konuda sanat ile aynı görüştedir.

Bir örnek verelim.

Marmara Denizi’ni müsilaj istilası ile kaplanınca konunun uzmanı pek çok bilim insanı çeşitli demeçler verdi. İçlerinde en çok dikkatimi çeken hidrobiyolog Levent Artüz’ün söyledikleri idi. Artüz, “Marmara ölüyor mu?” sorusunun hayli geç kalınmış bir soru olduğunu düşünüyordu. Bu değerli bilim insanına göre “Marmara 1989’da ölmüştü. Yüz yüze kaldığımız bu yeni manzara ise çoktan ölmüş bedenin zamanla çürümesiydi.”

Marmara’daki ölüm sıkça dile gelen pek çok çevresel etki ile oluşmuştu ama bunların hepsinin ikincil etkilerdi. Esas olan Marmara Denizi’nin tür çeşitliliğinin büyük bir darbe yemesi, türler arasındaki rekabetin ortadan kalkmasıydı. Kirlenmeden geriye yalnızca kirliliğe dayanabilen türler kalmıştı. Artüz: “Tür çeşitliliği azalınca kirliliğe dayanabilen türlerin sayısında bir patlama olur. Çünkü bir ortamı orada yaşayanlar açısından elverişsiz hale getirdiğinizde, yaşayan türleri seyrelttiğinizde, rekabet şartları da değişir. Yeni ortama dayanabilen canlı, en avantajlı duruma geçer ve büyük miktarlarda ürer, çoğalır. Baskın hale gelir.” diyordu.

İşte denizlerdeki müsilajın canlı türlerinin tek tipleşmesinden oluşması metaforunda olduğu gibi bu kirli ortam da tek tipleşme ile kabarıyor, çoğalıyor. Sanat ise renktir.

Bu yüzden Haldun Taner güne olumsuz haber akışına göz gezdirerek değil güzel bir edebiyat pasajı okuyarak, iyi bir şarkı dinleyerek başlamayı önerir. Siz de bazen sosyal medyadaki ya da haber kanallarındaki akışın dışına çıkıp hayatı bir sanat eseriyle anlamaya vakit ayırabilirsiniz. Mustafa Kemal Atatürk’ü dilimizden düşürmezken, “Sırası mı şimdi paşam?” demeden onun şu sözlerini de anımsamak gerekir:

“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.”

“Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.”

Sanatkâr, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır.

“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

Uygarlık doruğunun merdiveni sanattır.”

“Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihî bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.”

“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sırası mı şimdi? 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları