Nâzım'la Küba'da

12 Şubat 2010 Cuma

Artık Havana’dayız. Bir yandan tören için hazırlıklar, öte yandan kentin her yanını görme, görebilme telaşı…

Nâzım Hikmet “Hikâye insanoğlu üstüne / insanoğlunun gençliği / umutları üstüne / hikâyeyi benden güzel anlattılar / benden güzel anlatacaklar / hikâyeyi dost düşman işitmeyen kalmadı…” diyordu ya… işte o hikâyeye tanıklık ediyoruz kentin her köşesinde…

Nâzım Hikmet’in yaşgünü kutlama töreninden önce, törene ev sahipliğini yapacak Nicolas Guillen Vakfı’nın başkanı Nicolas Hernandez Guillen’le buluşup konuşma fırsatı buluyorum. Vakfa adını veren Küba’nın en ünlü şairlerinden Nicolas Guillen’in ( 1902- 1889) torunu…

“Çok sıkı bir komünistti, çok iyi bir şair” dediği dedesini çok iyi anımsıyor. …“Devrim sonrasında ben 7 yaşındayken sürgünden dönebilmiş, ülkesine gelebilmişti. Devrim hükümeti ona nice görevler verdiği, hep çok çalıştığı halde, her hafta sonunu biz torunlarına ayırırdı. Biz iki erkek kardeştik, her şeyi öğrenmemizi isterdi, edebiyatçı olmamızı isterdi...” Dedeye duydukları büyük sevgi ve hayranlığa karşın iki kardeşin biri matematik, öteki ekonomi profesörü oldu.

Nicolas Guillen 1961 yılında kurulan Küba Yazarlar ve Sanatçılar Birliği UNEAC’ın başkanı olmuş ve ölümüne dek bu görevi sürdürmüştü. Ben onun şiirlerinde hep Afrika tamtamlarını duyar gibi olduğumu çok iyi anımsıyorum.

Nicolas Guillen’in şiirlerini Türkçe, Ülkü Tamer, Özdemir İnce, Ali Cengizkan’ın çevirilerinden okuduğumuzu, Türkiye’deki şiir meraklılarının onu çok iyi tanıdıklarını söylediğimde, mutlu oluyor…

“Dedem, Nâzım’ın şiirlerini kendisini tanımadan önce de çok iyi biliyordu, ona hayrandı, onu çok seviyordu. İkisi de komünistti. İkisi de sürgün hayatını, vatan hasretini derinden yaşamıştı. Ortak dilleri Fransızcaydı, aralarında Fransızca konuşuyorlardı…”

Dostluklarının pekişmesi 1961’de Havana’daki “Dünya Şairler ve Yazarlar Kongresi’nde”. Nicolas Guillen, üç hafta boyunca Nâzım Hikmet’e ülkesini dolaştırdı.

O günleri Kübalı şair şöyle niteleyecekti: “Yeni taç giymiş bir prense, bir krala imparatorluğunu göstermek gibiydi…”

Torun Guillen’i dinliyorum: “Görülecek bir şeydi. Nâzım burada her gittiği yerde kahraman gibi, çiçeklerle karşılanıyor, millet ellini sıkabilmek için birbiriyle yarışıyordu. Edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanıyor, ressamlar portresini yapıyordu.”

Şu son söylediğini yalnız ondan değil, törene katılan birçok insandan duyacaktım.
 

Törenin izdüşümü

Nicolas Hernandez Guillen’le Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’nin bir köşesinde bunları konuşurken heyecandan yerinde duramayan biri var: Kübalı oyuncu Claudia Rojas… Bize ünlü bir oyuncu olduğu, ülkesi dışında Meksika ve İspanya’da tiyatro yaptığı, İspanya’da ödüller kazandığı söylendi. Onu tanımıyoruz. Biraz sonra Genco Erkal’la birlikte Nâzım Hikmet’in şiirlerini İspanyolca yorumlayacak. Daha dün tanıştı Genco Erkal’la; o şiirleri daha dün eline ilk kez aldı… Bu sabah annesine telefon etti, “İmdaaaat! Anne çok korkuyorum. Karşımdaki bu Türk oyuncu müthiş bir aktör, ben şimdi ne yapacağım, çok çok korkuyorum” diye ağladı… (Bunları bana elbet törenden sonra anlatacaktı…)


Başka bir dünya mümkün

Sonra… Sonra işte Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’nin bahçesi dolmaya başladı. Sonra salona geçildi… Sevgili Okurlar töreni size daha önce anlatmıştım. (Kaçırmış olanlar 22 Ocak tarihli gazetemizden ya da www.zeyneporal.com’dan okuyabilir.) Yinelemeyeceğim. Olsa olsa şunu ekleyeceğim:

Ne Hıfzı Topuz’un “Venceremos” diye biten Nâzım tanıklığı, ne Orhan Şallıel’in piyanoda harmandalıyla salsayı buluşturup iki milletin insanlarını “uçurması”; ne Claudia Rojas’la Genco Erkal’ın mucizevi birlikteliğiyle hepimizi gözyaşlarına boğması, ne de sahnede yer alan bütün o olaylar…. Hiçbiri orada başlayıp orada biten bir şey değildi. Orada yaşadığımız başka bir olaydı.

Orada yaşadığımız ne sadece Küba’dan, ne de sadece Nâzım Hikmet’ten kaynaklanıyordu.

Orada yaşadığımız, “Başka bir dünya mümkün” düşüncesine inanmış insanların bir araya gelmesinden, bu inançlarını, bu düşüncelerini sürdürmelerinden kaynaklanıyordu.

Törenin sonunda aynı yoğun duygular içinde Kübalı ve Türkiyeli insanlar birbirine sarılmış, birbirinin gözlerinin içine bakarak, sözcüklere bile gereksinim duymadan adeta “İyi ki varsınız!” diyorlardı.

Nicolas Hernandez Guillen’in “Mehmet Aksoy’un muhteşem heykelini, Nâzım’ın şiiri kadar aydınlık, sıcak, ışıklı bir yere koyacağız” sözleri…

Özcan Arca’nın “Nâzım ve dostu Guillen iki şair (heykelleri kastediyor) umarım ki o parkta düşüncelerinden ötürü hiç kimsenin acı çekmediği bir dünya için sohbet ederler” sözleri…

Evet her zaman daha iyi, daha güzel, daha adil bir dünya mümkün… Bizler varız ya… İşte bunun mutluluğu, o törenle bitecek gibi değildi…
 

Heykeltıraşlar arası işbirliği

Törene katılanlar arasında, Pablo Armando Fernandez, Guillermo Garcia, Jaima Saruski, Nancy Morejon gibi Küba’nın önemli şair ve yazarlarının bulunduğunu belirtip törenden ayrılıyorum.

Son bir randevu: Mehmet Aksoy’la Küba’nın ünlü heykeltıraşı Havana Güzel Sanatlar Müzesi’nde buluşacaklar. Malum, heykelin altına kaide yapılacak vb… Nicolas Guillen, Mehmet Aksoy, Kıymet Coşkun tam yola çıkıyorlardı ki ben de peşlerine takıldım.

José Villa Soberon’un sadece Küba’nın çeşitli kentlerinde değil; dünyanın birçok ülkesinde heykelleri var. Havana’ya gidecek olursanız, insan boyunda, ünlü ya da ünsüz insanların günlük hayatın içindeki heykellerine rastlayabilirsiniz. Onların çoğu Villa Soberon’un eserleri: Katedral meydanındaki “Parisli Serseri”, Floridita barındaki Hemingway heykeli, John Lennon Parkı’ndaki John Lennon heykeli vb.

Ancak bu sipariş eserler bir yana, araştırmaya dayalı, malzemeyi sınadığı figüratif olmayan heykelleri de var. Nitekim müzedeki sergisi bu tür eserleri bir araya getiriyordu.

İki sanatçıyı, iki heykeltıraşı baş başa sohbete bırakıp, bizler bol bol fotoğraf çekme işine daldık! Elbet John Lennon’la da çektirdik! Heykelin tam ayaklarının dibinde “Hayal gördüğümü söyleyebilirsiniz… Ama hayal kuran yalnız ben değilim” sözleri yazılı.

2000 Yılında Fidel Castro bu heykeli açarken “Ben de bir hayalciyim. Hayallerinin bir bölümünün gerçekleştiğini gören bir hayalci…” demiş.

Çok hoşuma gitti. Doğru söylemiş. (“Bir bölümünü” sözüne dikkat!)


Ayrılık vakti

Havana’dan ayrılmadan önce, kentin dillere destan operasını görmeden olmazdı. 1800’lerin başından kalma asıl adı “Gran Teatro Garcia Lorca” olan, ama herkesin kısaca “opera” dediği bu yapı 2500 seyirci/dinleyici kapasiteli bir salona sahip. Bu görkemli yapıda, efsanevi dansçı Alicia Alonso’nun kurduğu dünyaca ünlü Küba Ulusal Balesi’nden muhteşem flamenko dansı izlemek olağanüstü bir deneyimdi.

Havana’da son günümüz. Sokaklardaki kitap sergilerine, her köşe başında ibadet eder gibi müzik yapanlara, dans edenlere veda etme zamanı.

Sanatçılar pazarı eskiden şehrin ortasındaydı şimdi limana taşınmış, uçsuz bucaksız bir alanda uzanıyor. Resimler, heykelcikler, boncuklar, meyve çekirdeklerinden takılar, deniz kabuklarından mücevherler, hasır işleri… Hasırdan dev bir kaplumbağa yapmış biri. Ne kadar güzel diyorum, “Öperseniz, prense dönüşür” diyor, kapkara yüzündeki bembeyaz gülüşüyle…

Sokaklarda dolaşırken Che’nin bunca ticari amaçlarla kullanılmasına öfkelenmiyor değilim. Aklınıza gelebilecek her şeyin üzerinde bir Che fotoğrafı. Ama yalnız o mu?

Hemingway, yaşamının 30 yılını geçirmiş Küba’da. Ayak bastığı her yer, bugün turizm hizmetinde… Havana’da yıllarca kaldığı ve “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”u yazdığı otel, Ambos Mundos kentin en gözde lokantası ve barı…“Daiquiri”sini (romlu bir içki) yudumladığı mekân Floridita bar… Bir köşede, bara kolunu dayamış içkisini yudumlayan heykeli…

Havana’dan 25 km. ötede küçük bir balıkçı köyünde, San Fransisco de Paula’da evi var. Ekibimizde bunca edebiyatçı varken o müze evi ziyaret etmeden Havana’dan ayrılamayız… Pınar Kür ve Füsun Akatlı’nın peşine düşüp, yazarın 9 bin kitaplık kütüphanesini ve yaşama biçimini sergileyen evi dolaşıyoruz.

Dolaşırken gökyüzü yarılıyor sanki, en korkunç, en muhteşem tropik yağmura tutuluyoruz…

Sevgili okurlar, Nâzım Hikmet’le bir haftalık Küba yolculuğumuz sona erdi. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ve Mehmet Aksoy’un, ne zamandır düşlediği bir olayı gerçekleştirmiş olduk.

Nâzım Hikmet’in heykeli Küba’ya armağan edildi.

Yaşadığı onca düş kırıklığından sonra şaire gençliğini, umutlarını, coşkusunu ve umudunu yeniden kazandıran Kübalılara teşekkür etmiş olduk.

Sanırım bu yolculukta hepimizi en mutlu eden de oraya kalıcı bir şey bırakabilmek ve Nâzım sevgisinde buluşabilmekti.

Akşam uçakta baktım, 35 kişinin de yüzünde bir gülümseme vardı… Havana’nın ışıkları gözden kaybolduğunda, kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Nâzım Hikmet’in “Havana Röportajı”nın son satırları şöyleydi:

“…ve ben her gün biraz daha

gencim havanada

her gün biraz daha yitiriyor

ağzım dünyanın acılığını

her gün biraz daha yumuşuyor

çizgileri avuçlarımın ve çok

uzaklarda bir

kadının beni ama yalnız beni düşündüğüne inanıyorum her gün

biraz daha

ve her gün biraz daha keyifli türkü söyleyerek geçiyorum

havana

sokaklarından

somos sosyalitas palante palante (biz sosyalistiz, haydi ileri)”
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları