Yerel seçimler ve ekonomik kriz

24 Eylül 2018 Pazartesi

YEP’in hedefleri gerçekçiymiş ama 120 milyar civarındaki kısa vadeli borçların çevrilebilmesi için gereken kaynağın, ekonominin küçülmeye zorlandığı bir dönemde nereden geleceği belli değil. Ortada ne o “hedeflere” götürecek bir araç ne de belirgin bir yol haritası var. İflaslar, işten çıkarmalar çoğalacak, yoksulluk derinleşecek. Önümüz kış, ülke yakıt ithalatına bağımlı, TL çok zayıf. Günlük yaşam iyice zorlaşacak.
Muhalefet, CHP’sinden sol harekete kadar, yerel seçimlerde, bu koşullarda (AKP’nin elindeki olanaklar bir yana) krizin altında ezilenlerin oyunu, bugüne kadar izlenen politikalarla alabileceğini, hatta ilgisini çekebileceğini düşünüyorsa yanılıyor.
 
Kriz ve ezilenler
Varoufakis’in, faşist partilerin, ekonomik krizlerde kitlelerle kurduğu ilişkisi üzerine gözlemleri işimize yarayabilir: Faşistler, şiddetli bir kapitalist krizde yaşamları altüst olan insanlarla diyalog kurarak iktidara geldiler; onları küçümsemek yerine gözlerinin içine baktılar, onurlarını restore etmeyi vaat ettiler, dostluk eli uzattılar; daha geniş bir idealin parçası olma duygusu uyandırdılar. Bu özgüven aşılayan yaklaşımlar, aynı zamanda, böylece canlanan umutları tehdit eden yabancıların, bir “öteki”nin varlığına ilişkin uyarılarla birlikte geliyordu. “Onlara karşı biz” politikası, sosyal sınıf olma özelliklerini zayıflattı, taraflar esas olarak kimliklerin diliyle tanımlanır oldu.
Biz de sert bir finansal krizle başlayan 2000’li yılların başından bu yana AKP’nin yükselişini sağlayan formülün içine, önce laikler, sonra darbeciler, ardından FETÖ ve “teröristler” kavramlarını, şimdi de “kriz mıriz yok, manipülasyon var” savını yerleştirebiliriz.
Geniş kapsamlı iki araştırma, bu gözlemleri derinleştirecek veriler sunuyor. Funke, Schularick ve Telebesch’in çalışmalarına, perşembe yazımda değinmiştim: Finansal krizler ile kitlelerin tepkileri, “popülist” partilerin yükselmesi arasında güçlü bir ilişki var. Bu krizler, sanayi krizlerinden, ekonomik daralmalardan çok daha güçlü siyasi sonuçlar yaratıyor. Merkez partileri zayıflıyor, parçalanmışlık artıyor. Kitleler yalnızca ekonomiyi yönetenleri beceriksizlikle suçlamakla kalmıyor, egemen ekonomik modeli de sorgulamaya başlıyorlar. Bu güvensizlik, belirsizlik, hoşnutsuzluk ortamında basit açıklamalar üreten, suçu, halkın iradesinin gerçekleşmesini engelleyen, etnik, dini, kültürel farklılıklarla tanımlanan belli bir “ötekine” yükleyebilen sağ popülist, faşist partiler güçleniyorlar.
 
Kültürün maddiliği...
Prof. Michele Gelfand ve 40’tan fazla araştırmacıdan oluşan ekibi, 33 ülke (Türkiye de var) ve tarihte yüzden fazla grup üzerinde yaptıkları araştırma (Science, 2011, cilt 323, sf. 1100) insan topluluklarının gerçek ya da hayali, ekonomik, siyasi, ekolojik, etnik, kültürel tehlikeler karşısında, katı kültürel normları (davranış kuralları, sınırları belli değerleri) tercih ettiklerini, güven veren liderlere, geleneksel değerlerin disiplinine sığınmayı seçtiklerini gösteriyor. Gelfand, geçen hafta The Guardian’da, o araştırmanın sonuçlarının, finansal krizden sonra sağ popülizmin yükselişini, Trump ve Brexit’i de açıklayabildiğine işaret ediyor, kültürün siyasi tercihler üzerindeki etkisini vurguluyordu.
Gerçekten de ekonomik (sınıf) çelişkiler son derecede önemli, hatta son tahlilde belirleyici ama bu çelişkilerin etkileri belli bir kültürel ekoloji içinde yaşanıyor, anlamlandırılıyor.
Türkiye’ye dönersek, ekonomik krizin, derinleşen sınıf çelişkilerinin siyasal İslamın tabanının dokusunu gevşeterek muhalefete, o tabana nüfuz etme olanağı sağlayacağını umanların yine yanılacağını düşünebiliriz. O kesim katı kültürel normlar içinde yaşıyor; AKP döneminde edindiği özgüvenin tehdit altında olduğuna inanıyor. Ekonomik krizde, safları daha da sıklaştırmayı, güçlü liderin güven verici sesine sadık kalmayı tercih etmeleri çok güçlü bir olasılıktır.
Diğer taraftan, insanlar siyasete katılmak için, önce “biz” ve “onlar” ayrımını görmek istiyor (Chantal Mouffe) “biz” ve “onlar” arasındaki farkı sulandıran bir mutabakat arayışını değil! Siyasal İslamı kültürel alanına/dünyasına sızmaya çalışmadan önce, “bizi” ve “onları” tanımlayabilmek, güven verici bir seçenek oluşturmak gerekiyor. Bu da öncelikle, muhalefeti, güvenilir bir liderlik, değerleri, talepleri belirgin ve birçok açıdan daha cazip, güçlü bir “blok” oluşturacak biçimde toparlamayı gerektiriyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları