İzmir’de açan çiçekler!

01 Kasım 2018 Perşembe

“Fazıl Say’ın İzmir Süiti 30 Ekim’de İzmir’de dünya prömiyerini yapacak...” Şu tek cümle, dağları devirip kendimi İzmir’e, çocukluğumun, ilk gençliğimin İzmir’ine atmama yetecekti. Dağları devirmem değil, uçağa binmem yetti. Kendime muhteşem bir Cumhuriyet Bayramı armağanı yapıyordum...
İzmir Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin dev sahnesinde Fazıl Say... Piyanosunun başına geçip biraz afacan çocuk, biraz utangaç, biraz en sevecen haliye, İzmir Süiti’ni İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ısmarladığını anlattı. “İnsanların severek dinleyecekleri”, “İzmir dokulu” ve “başka meslektaşların da severek yorumlayacağı” bestesiyle ilgili kısa bilgiler verdi. Sonra, sonra...
Sonra bizleri, salonu, dünyayı, gezegenimizi unuttu, hepsinden koptu... Başka bir boyuta geçti. İzmir’i dokumaya başladı. Farklı bir dünya yarattı...

Muhteşem İzmir Süiti...
Önce “Körfez Dalgaları”na daldı. Düş gücünden derlediği notalarla masmavi bir resim çizmeye başladı... Ege ve Akdeniz karışımı ritimler, oynak ezgilerle dalgalarla yarışırken bulduk kendimizi...
Derken Brahms geldi İzmir’e... Ve hayrettir, “İzmir’in dağlarında çiçekler açar...” melodisini ezbere bilirmiş üstat... Tıpkı yoldaşları Chopin ve Rahmaninov gibi... Hayrettir demem abes! Çünkü Fazıl Say aynı tema üzerine çeşitlemeleri, birbirinden en farklı “dillerde” ve “renklerde”, “tonalitede”, yoğurma ve yeniden “söyleme” sihirbazı zaten!
Brahms’ın renkleriyle İzmir sonsuz lirizm içeriyordu ve çiçekler fısıldaşarak, hüzünle sevinç arasında gide gele açıyordu... Chopin renklerinde kent tepeden tırnağa romantizme bürünmüştü ve İzmir’in kızları gibi hem deniz kokuyor hem de coşkulu ve müthiş becerikliydi... Rahmaninov’da ise İzmir direnişteydi. Dağlarda ya da ovalarda İzmir’in çiçekleri gümbür gümbür yediveren misali açıyor, adeta başkaldırıyordu...
Ama bir renkten ötekine geçerken arada “Kordon’da Sessiz Sabah”ı yaşadık. Sessizliğin içinde İzmir’in müziğini duyduk. O sessizlikte fısıldaşmaları, sadece dinginliğin ve güzelliğin, bir de haz titreşimlerinin büyüsünü duyduk...
“Urla Şiiri” başlıklı bölümde ise Doğu ile Batı, evrenselle yerel, dün, bugün ve yarın birbiriyle kucaklaştı. Ege’nin iki yakasından yeryüzü şairleri gelip notalarda buluştu. Belki de eserin en şiirsel bölümüydü.
Yedinci ve son bölüme geldiğimizde İzmir, efelere saygıya durdu. Caz ritimleriyle, Blues’dan Swing’e uzanan çizgide, bugüne dek dinlediklerimizden çok farklı bir zeybekle coştuk.

İzmir İzmir olalı
İzmir, İzmir olalı böyle çiçek açmışlığı görülmemiştir, duyulmamıştır... İzmir’in tüm renkleri, tüm dokusu, tüm duygusuyla kucaklaşmıştık.
Her bölüm başlığı arka fondaki beyaz perdede, ana başlıkları ve o bölüme eşlik eden, (tarif eden, kopyalayan değil) bağırıp çağırmadan, sessizce tanımlayan çizimleri görüyorduk. Mustafa Toygun Özdemir’e ait bu çizimler, sahneye görsellik katıyordu.
“İzmir Süiti, piyano için opus 79” sona erip millet ayakta alkışladığında, Fazıl Say yeniden bu dünyaya aramıza döndü.
Konser, Fazıl Say’ın yeni bestelerinden “Truva Sonatı”yla devam etti. (Onu da Çanakkale Belediyesi ısmarlamıştı. (Bu da başka bir yazı konusu.) Unutulmaz bir geceydi. Hayatım boyunca beni terk etmeyecek.

Ağlamamak zor!
Önce, İzmir Belediyesi’nin kuruluşunun 150. yılı kutlamaları için, böyle bir eser ısmarlama gereğini duyan, karar alan, uygulamaya geçiren yetkilileri kutlarım. Müthiş bir girişim ruhu! Kente muhteşem bir armağan! Harikulade bir karar! Darısı her büyük şehir belediyesinin başına! Kutluyorum, kutluyorum, kutluyorum!
Sonra oturup hüngür hüngür ağlamak istiyorum!
Ağlıyorum ve öfkeliyim! Çünkü bu anlattığım konser neredeyse boş bir salonda gerçekleşti! 1100 kişilik koca salonda (dünyada yapıldığı gibi sahneye de dinleyici alınsa 1500 kişilik salonda) 400 kişi ya var ya yoktu! Herhalde çocuk yaşından bu yana Fazıl Say’ın tek “boş konseri.”
Efendim belediyenin özel davetlilerineymiş. İnternetle davetiye yollanmış ama geri dönüş alınamamış... “Halkımız davete cevap vermeyi bilmiyormuş!” Ayıptır beyler! (Fazıl Say’a ayıp, İzmirli sanatseverlere, müzik tutkunlarına ayıp!) Bari susun! Sadece o gün bilet diye yalvaran yüzlerce insanı ben biliyorum. Balkonları konservatuvar öğrencilerine açmak da mı aklınıza gelmedi! En öndeki protokol sırası bile bomboştu!
Fazıl Say eminim salonun acıklı durumunu önemsememiştir, ama ben kahroldum! En iyisi susayım!
27 Aralık’ta Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin 10. yılı nedeniyle konser tekrarlanacak... Bilet bulanlar, bulabilenler kaçırmasın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları