Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet ekonomisi ve sihirli denklemi

07 Kasım 2018 Çarşamba

Kurtuluş Savaşı, yurdun dinden de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve Kurtuluş Kuruluşla tamamlanmıştır. Bu süreç yeniden değerlendirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır

Shakespeare’in bir sözü vardır: “Bütün dünler, yarınları aydınlatan fenerlerdir”. Gerçekten de öyledir. O nedenle, bugünün gözlüğünden bakarak 1920’leri, 1930’ları değerlendirirken dönemin kendine özgü koşullarının hatırlanması büyük önem taşır.
Yoksulların zaferi olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş Savaşımız sonrası 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu, 20. yüzyıla girme adımıdır. Bir anlamda 20. yüzyılın dünyasına, bilimine ve geç kalınmış aydınlanmasına giriştir.
1923 Cumhuriyeti, yoksun ve bitkin bir köylüler ülkesinde geri kalmışlığı aşabilme davası, iddiasıdır. Osmanlı’yı yıkan ekonomik ve mali hastalıkların tümünü geride bırakarak, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi bu vatanı yeniden yurt yapma özleminin çelikleşmiş ifadesi olan “çalışkanlar diyarı” yapma kararlığıdır 1923 Cumhuriyeti.

Mustafa Kemal mucizesi
Köhne imparatorlukların cenaze töreni de sayılabilecek I. Dünya Savaşı. 1912 - 1922 yılları, iki yüzyılın kırılma dönemi. Bu yıllar, en derin izlerini Türkiye’de bırakmıştır. 18 milyonu barındıran Anadolu, on yıl içinde 5 milyon nüfus yitirmiştir.
Kurtuluş Savaşı, yurdun dinden de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve Kurtuluş Kuruluşla tamamlanmıştır. Bu süreç yeniden değerlendirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır: “Büyük devletlerin kurtlar sofrasında yutulmak üzere olan, yenik, batık ve yıkık bir halkın başkaldırıp direnerek yenen, kurtulan ve yeniden devlet kuran bir ulusa dönüşmesi. Kısacası, Mustafa Kemal Mucizesi.” Ve bu devlet, Lozan’da, dünyanın bütün efendilerini eşitlik dansına kaldırmanın onurunu yaşamış, yaşatmıştır.
Türkiye’nin kendi yaratıcı güçlerinin sahnede olduğu 1923 - 1938 döneminde Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal bir ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bir coğrafyada ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında yaratmıştır. Bu yaratma, toplum yaşamından ekonomiye, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkilere, yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlete, bilinçli bir tercih, tutarlı bir stratejiyle köklü bir biçimde gerçekleştirilmiştir.

Akıl ve bilim
Stratejik tercihin oturduğu zeminin bir ideolojik paketi vardır. Akıl ve bilimi miras olarak bırakmak başlı başına ideolojik bir pakettir. Paket, akıl ve bilimle uygarlığın en ileri aşamalarına varan bir ülke idealini sarıp sarmalar. Bunun yanı sıra, özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlığın bir ülke için varlık ve yokluk demek olduğu düşüncesi ve buna uygun bir inşa politikası da vardır. Ve bu inşa politikası, halkın bütününün çıkarını gözetir.
Dünya tarihinde başka bir örneği yoktur.
Unutulmamalıdır ki; tarihin hükmünü değiştirme fikri, düşünce ve belki de efendi değiştirmek kadar kolay değildir. Ve unutulmamalıdır ki; tarihle oynayan, hükmüne katlanacaktır!
1920’li ve 1930’lu yıllar. Bir yanda kendi zeminini inşa etmiş ve köklerini sağlamlaştırmış kapitalizm, diğer yanda yeni şekillenmeye başlamış sosyalizm... Bir yanda patronluğu devretmekte direnen İngiltere, patronun yerini gözüne kestirmiş temiz aile çocuğu ABD, mızmız çocuk Fransa ve mahallenin kabadayısı Almanya. Ve iki köylü ülkesinde iki isyancı çocuk; Lenin’in Sovyetler Birliği ve Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti.

İkinci hedef iktisattı
Böyle bir uluslararası konjonktürde, ilk hedef Akdeniz’di, ikinci hedef iktisat şiarıyla yola koyulan Cumhuriyet kadroları, zaman zaman karşılaştıkları sorunlarla ilgili pratiğe ilişkin noktalarda deneme - sınama yönetemiyle de olsa korumacılıktan “planlamaya bir kestirim olarak değil de halkçılık - devletçilik bağlamında bir stratejik tercihte bulunmuşlardır. Bu stratejik tercihin sihirli denklemi;
Sanayileşme + Demiryolları = Devletçilik biçiminde not edilebilir.
Bir sürü iç ve dış dirence karşı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu stratejik tercihin yol gösterici önderidir.
Bu tercih sayesindedir ki, Cumhuriyet Türkiye’si;
• Sanayi temelli üretim alanına,
• Dış ticaret, borçlanma ve finansal akımlardan oluşan dolaşım alanına,
• Bölüşüm alanına,
• Fikir alanına, sahip, yeni “özgür ve bağımsız” bir ülke olarak yaratılmıştır.
Yaratılmıştır yaratılmasına ama Cumhuriyetin kadroları, hem yeni bir sanayi hareketini, hem de yeni bir toprak rejimi tasarımını kurgularken iki ciddi yoklukla yüz yüze gelmişlerdir. Biri, ileri atılacak ve tarihi rol üstlenecek bir burjuvazinin yokluğu.
Diğeri, topraksız, az topraklı, maraba, yarıcı, ortakçı, mevsimlik işçi olan ve yine tarihin akışı içinde toprağı ve toprak - tarım rejimini talep etmesi, bunu eylemlerle gösterecek bir köylülüğün kitlesel suskunluğu ve yokluğu.
1930’dan itibaren Cumhuriyetçi kadrolar iki ciddi yokluğu görerek, fakat herhangi bir sınıfsal destek almadan bu iki taşıyıcı kolonu inşa etme ve böylece geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırma davasını omuzladılar ve başardılar.  

SERDAR ŞAHİNKAYA
Ekonomist

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları