Olaylar Ve Görüşler

İğne ve çuvaldız

07 Kasım 2018 Çarşamba

Öncelikli hedefimiz israfa ve savurganlığa son vermek olmalıdır. Bunun için de yöneten sınıf, Anadolu deyimiyle “İğneyi önce kendisine batırmalıdır ki, vatandaş çuvaldızın acısına katlansın.”

Türkiye, 1980’den sonra uygulanan politikalar sonucu “üretim kısırı, ithalat cenneti” bir ülke oldu. Dünyada kendi kendisine yeten 7 ülkeden biri iken, bugün tarım ürünlerini, hayvancılık öldürülürken de saman ithal eden bir ülke olduk. Üretmeyene pirim veren, üreteni cezalandıran, tembelliği teşvik eden, çalışanı süründüren politikalar sonucu gelip duvara dayandı, çıkış yolu arıyoruz.
Ülke yakıcı bir durumla karşı karşıyadır. 2002’de 143 milyar dolar olan dış borcumuz bugün 467 milyar dolar. Dış Ticaret açığımız 1989-2002 yılları arasında her yıl ortalama 13,5 milyar dolar iken, 2002- 2017 yılları arasındaki ortalaması 70,2 milyar dolara çıktı. 2017’nin Aralık ayının ilk yarısında Merkez Bankası’nın yüzde 8 olan politika faizi 10 ay sonra yüzde 24’e çıkarılarak yüzde 300 arttırıldı. Bu yılın ocak ayında sanayici yüzde 14 faizle kredi kullanırken bugün bu oran yüzde 40’lar seviyesinde. Bu oranla iflas noktasında olan Venezüalla ve kredibilitesi bizden daha iyi olan Arjantin’den sonra dünyanın en yüksek faizine sahip 3. ülke olduk. 10 ay önce dolar 3.85 TL’iken bugün 6 TL seviyesinde. Artış yüzde 56. Faiz kur artışını durdurmak için yapılır. Ama bizde her ikisi birden fırladı. Son üç ayda elektrik ve doğalgaza işyerlerinde yüzde 48, meskende yüzde 30 zam yapıldı. Bu verilerle yatırım, istihdam ve üretim yapacak sanayici bulunabilir mi, var olanlar ayakta kalabilir mi?
Kalkınmış ülkeler, üretene pirim verirken, biz tarlasına Tütün, buğday, nohut, fasulye, mercimek ekmeyene, fındığını toplamayana prim verdik. Hayvancılığı öldürdük. Sanayide olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da bilimi ve teknolojiye sırtımızı döndük. Katma değeri yüksek üretimi hedeflemedik. Hollanda’nın tarım alanı yaklaşık yüzde yüzde 5’imizden azken, bizim 5 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatımıza karşılık, tam 19 katımız, 95 milyar dolar ihracat yapmaktadır. Biz bu alanda 7 milyar dolar dış ticaret açığı verirken, Hollanda, 55 milyar dolar dış ticaret fazlası vermektedir.

Çıkış yolumuz
2001’den beri krizlerden çıkış yolu olarak, rant öncelikli “beton” ekonomisi görüldüğü için her gün daha büyük krizlerle karşı karşıya geldik.
Çıkış yolumuz; bilim ve teknolojiye dayalı eğitim ve üretim olmalıdır. Öncelikli hedefimiz israfa ve savurganlığa son vermek olmalıdır. Bunun için de yöneten sınıf, Anadolu deyimiyle “İğneyi önce kendisine batırmalıdır ki, vatandaş çuvaldızın acısına katlansın.” Halk ancak bunu gördükten sonra tasarruf da yapar, özveride de bulunur. Yoksa iktidar, polis ve zabıtanın baskısıyla Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkaramaz.
TBMM’den başlamalıyız, yetkileri budanan parlamentonun artırılan milletvekili sayısını 600’den 400’e, başkanlık divanı üye sayısını 20’den 10’una düşürelim. Çünkü bir milletvekilinin bu devlete maliyeti aylık yaklaşık 100.000 TL’nin üzerindedir. Yeri gelmişken 2004 yılında Türkiye’ye gelen Japonya Senatosu Başkanvekili ile aramızda geçen bir diyaloğu aktarmam gerekiyor: Akşam Şeref Salonu’nda verdiğimiz yemekte çevreyi dikkatlice inceledikten sonra dönüp bana, “Burası gündüz anlaşma imzaladığımız salon mu” diye sordu. “Evet” deyince ikinci soru geldi: “Bu personel sizin mi, yemekler burada mı pişiyor?”. “Evet, sizde yok mu” diye sorunca, “Biz sizin kadar zengin değiliz. Bu kadar personelle böyle lüks lokanta işletemeyiz. Parlamento çalışma yerimizdir” cevabını verdi. Meclis ve Senatoda kaç başkanvekili olduğunu sordum; “Her ikisinde de bir başkan, bir başkanvekili var” dedi. “Kimin yönettiğini” sorunca da cevabı daha ilginç oldu: “Kim başkansa o yönetir. Ben yılda bir veya iki kez ya yönetirim, ya yönetmem.” Bizde ise 4 başkanvekili var, başkanlar da yılda 3-4 kez ya yönetir, ya yönetmez. “Sizin kadar zengin değiliz.” Dendiği tarihte, Japonya’nın dış ticareti yılda 75 milyar dolar fazla veriyordu, kişi başına düşen milli gelir de 30 bin doların üzerindeydi.
İkinci sıraya Lale Devri’ni yaşayan, israf ve har vurup harman savurmada sınır tanımayan Cumhurbaşkanlığı ve sarayını, bakanlıkları, kamu kurumlarını almalıyız. Buna İsrail’i örnek vermek gerekir: İsrail devlet yöneticilerinin konutlarında maaşlı bir aşçının bulunması halinde dışarıdan hazır yemek için bütçe kullanmak yasak. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun eşi resmi davetlerde devlet fonundan hazır yemek sipariş ettiği gerekçesiyle, “dolandırıcılıktan” yargılanmaktadır.

İktidar ve muhalefet
Üçüncü sıraya Sendikalar, odalar, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyeler, bütün kamu kurum ve Kuruluşları’nı almalıyız. Türkiye’de üretimi yapılmayan makam ve binek araçlar alınmamalı ve kiralanmamalıdır. İlk fırsatta da var olanlar elden çıkarılmalıdır. Bunun öncülüğünü yapmak muhalefet parti ve yönetimlerindeki belediyelere daha çok yakışır.
İktidarı ve muhalefeti bu ve benzer ortak noktalarda işbirliği yapıp, ülkemizi “ithalat cenneti” olmaktan çıkararak “üretim üssü”ne çevirdiğimiz an milli ve yerli olabiliriz.
İnsan hak ve özgürlüklerini ötelemeyen, yargısı bağımsız, basını özgür, eğitimi teknoloji ve bilimi hedef alan bilgi ekonomisine geçmekle bu yangın söner, Türkiye refah ve barış içinde yoluna devam eder.
YILMAZ ATEŞ
TBMM 22. Dönem Başkanvekili  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları