Adnan Binyazar

Övgü - sövgü

07 Aralık 2018 Cuma

Övgüylede bir sonuca varılmaz sövgüyle de. Boş övgü körü körüne inanıp duygu taşkınlığı yaratır, sövgü ruhsal gerilimin boşalımını sağlar. Öyle ki, öven, yaranacağım diye kişiliğini ayak altında çiğnetiyor; söven, kaba sözcük sıralamanın kahramanı olduğunu sanıyor. Bu bağlamda övgüyle sövgüyü birbirinden ayırmak kişinin erdemine bağlı.
Aile kökeniyle, ana baba yüceltisiyle erdemli olunmuyor; aileden geçen, bir arada yaşamaktan doğan şartlanmalardır, alışkanlıklar yumağıdır. Övgüde aileye sığınmak, güvensizlikten doğar; soya sopa sövmek ise ahlak eksikliğinden. Birçok kişinin ahlak yoksunluğu şundan bellidir ki, Mustafa Kemal Atatürk’e, onun aydınlık yüzlü anasına ağza alınmayacak sözler eden sapıklar hep onların arasından çıkıyor!
 
Vicdan, dil, öykü
Böyle bir girişi, bir üniversite rektörünün; Cumhurbaşkanı’nı abartılı övgüsünü, partisinden milletvekillerinin bile onaylamayışı üzerine görevi bıraktığı yönünde yorumda bulunmak amacıyla yapmıyorum. Bilinç altında kim bilir neler dönüyor? Görev bırakışın temelinde neler yattığını merak da etmiyorum. Belki de övgünün abartı sınırını aşması içine işlemesinden doğmuştur rektörün görevi bırakışı...
Sözün onuru vardır, yazı dedikodu kaldırmaz. Shakespeare, bir sonesinde “Vicdanım binlerce dilden konuşur/Ve her dil bir öykü anlatır” diyor. Burada iç içe üç kavramın bir araya getirildiği görülüyor: Vicdan, dil, öykü.
Vicdan, her duygu değişiminin yürekte titreşen ibresidir. Dil, ağızdan çıkan sözün onuru korunarak anlam bulur. Öykü, gerçeği sanatsallaştıran kurgusal çabaların yaratıcı bir dille anlatılmasıdır. Erdem, kişinin vicdan ibresinin titreşimini içinde duyumsayıp algılamasında, ağzından çıkacak sözü mantık süzgecinden geçirip geçiremeyişteki incelikte aranmalıdır.
 
Yevtuşenko
Ahmet Taner Kışlalı’nın Kültür Bakanı olduğu Türkiye’nin aydınlık günlerinde onun Yayımlar Dairesi Başkanıydım. İlk dış ziyaretini Sovyetler Birliği’ne yapmış, yanında müsteşarı Prof. Dr. Şerafettin Turan’la beni götürmüştü. Daha ilk gün ziyaretimizde, bir film stüdyosunda rol giysileri içindeki Yevtuşenko, Türkiye’yi tanıdığını söyleyip kırk yıllık tanışların içtenliğiyle karşılamıştı bizi. Söz arasında, Yaşantım adlı kitabında geçen, “Her söz her ağza yakışmaz” sözünü anımsatmıştım ona. Ona ânında şu sözü de eklemişti: “Övücü sözler aldatıcıdır; öyle söz ebeleri vardır ki, konuşmaz, ağzından zehir akıtır!”
Otele dönünce, sonraki yıllarda Cumhuriyet’teki yazılarıyla Atatürk’ü okura aydınlık yönüyle tanıtışından dolayı canından olan Kışlalı, Mustafa Kemal Atatürk kitabının yazarı Turan, ondan geniş ölçüde yararlanarak Atatürk Anlatıyor’u yazan ben, o akşam saatlerce ağızları “övgü zehri” akıtanlardan söz açmıştık.
 
Kumar
Söz, övgü masalarında kumar gibidir. Yevtuşenko’nun, andığım kitabında şöyle bir soru tümcesi vardır: “Her istediğimi veriyorsunuz, benden istediğiniz nedir?” Olay Monako’da geçer. Varlığını kumar masasında yitiren, “Görüyorsunuz size verecek bir şeyim kalmadı. Benden ne istiyorsunuz?” diye sorunca, kazanan, duraksamadan, “Karını!” der.
Ertesi günün gazeteleri kaybedenin kendini kayalıklardan boşluğa fırlattığını yazar.
Alanın gözü doymaz, övgülere kapılan verdiğinin ölçüsünü kaçırarak istenmeyeni de verirse, övgü zehre banılmış lokmaya döner. Yutulmaya görsün. Yurdu uçuruma sürükleyenin ihanetinin ayrımına varıldığında artık çok geçtir. Zaman, siyasal tarihin sövgüye uğramaktan da ağır sorusunu sordurtur ölçüyü kaçırana:
Ne istedin de vermedik?” 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları