Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Romeo ve Juliet
Yıl 1950. Diyarbakır’ın yazlık sinemasında bir aşk filminin gösterime girdiğini duydum. Onu kaçırmamak istiyordum ama cebimde simit alacak param bile yoktu.
Dar durumlarda insanın önüne
umut kapılarının açıldığı oluyor.
Çocukluk yıllarımda beni acıdan acıya
sürükleyen yazgım, kapıyı bu kez
bana açtı. Kendimi yapımı bitmemiş
bir binanın önünde buldum.
İçi zindan karanlığı da olsa filmi
oradan izleyebileceğim içime doğdu.
Önümdeki karanlığı yararak binanın
içine girdim. Sinema perdesi ayna
parlaklığında önüme çıktı...
FİLM TUTKUSU
“Romeo ve Juliet” yazlık sinemada
on yedi gece gösterildi. Kendimi
olaylara kaptırmıştım. Ben de on yedi
gece, perdedeki Romeo ile Juliet’ten
kopamadım.
İlk gece, maskeli baloda Juliet’in
dansını uzaktan gözleyen Romeo’nun
acıları içimi yaktı. İkinci gece,
aileler arasındaki düşmanlığın, o
derin sevdayı kurutma yolundaki
duyarsızlıklarına gözyaşı döktüm.
Üçüncü gece, sevdalıların çevresini
kötüler sarsa da arada iyilik
meleklerinin dolaştığını görünce
sevindim.
Dördüncü gecenin sonunda da
sözün ancak sanatla sonsuzluğa
erdirileceğine inandım.
SEVGİNİN DİLİ
O günden sonraki gecelerde de yeryüzünün en büyük aşkını yaşayan Romeo’nun Juliet’e yönelik sözlerini belleğime yerleştirmeye çabaladım:
“Sevgi birden iç çekişlerin buharıyla yükselen bir dumandır. Bu duman ortadan yok olunca geride âşıkların gözünde parlayan kutsal bir ışık kalır. Bu kutsal ışık zihni acıya sürüklediğinde gözyaşıyla beslenen engin bir deniz olur...”
“Sakın Ay üzerine yemin edeyim deme, her gece gökyüzünde biçim değiştiren kararsız Ay’a benzer sonra sevgin de! Yok, ille de yemin etmek istiyorsan, gönlümdeki tapınağın aziz ilahı olan kusursuz varlığın üzerine yemin et!”
“Meşalelere parlak yanmayı gösteren o! Bir Habeş kulağında duran pırlanta gibi, gecenin ortasında haşmetle ürperten o! El sürülmeye kıyılamayacak kadar güzeldir o!” “Kendine başka bir ad bul; ama adın ne önemi var? Gülün adı değişse, o gene eski güzelliğiyle gül kokmayacak mı?”
KİTAPLA KUCAKLAŞMA
1950’nin sonbaharında Dicle Köy Enstitüsü’nde öğrenime başladım. Ertesi gün kitaplığa koşup Romeo ve Juliet kitabını istedim. Kitaba ulaşınca, sevgilisine kavuşan sevdalıların sır saklaması gibi, onu koynuma soktum.
O gün okuldaki günlerimi nasıl geçireceğime karar vermiştim: Artık bilgi yuvam kitaplık olacaktı.
1950 yılında toprak sahibi köy ağalarının desteğiyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk yıkıcı girişimi Köy Enstitülerini, dünya klasiklerinin basımını gerçekleştiren Tercüme Bürosu’nu, gençlerin sanatsal yeteneklerini geliştiren Halkevlerini kapatmak olmuştu.
Yıkım sürüyor, 74 yıl sonra, 31 Mart
2024 Pazar günü bağnaz yöneticilerin
önü alınmasaydı, laik okullar
neredeyse tekkeye dönüştürülecekti...
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Türkiye'deki sağlık sistemi ne durumda? Mersin Tabip Oda
- Çorlu tren faciası davasında 6 yıl sonra karar çıktı!
- Beslenme çantalarının içi boş kaldı...
- Böylesi görülmedi: Tavuk mu horoz mu?
- Özel yeni üye kampanyasını başlattı
- Bugün 23 Nisan! Arşiv görüntüleriyle Meclis'in açılışı..
- Erdal Sağlam'dan ekonomi analizi!
- Belediye başkanı 'sıkıntı olmayan belediyemiz yok' dedi
- Özdağ'dan hükümete Dünya Bankası tepkisi
- Meclis'te gerilim
En Çok Okunan Haberler
- AFAD duyurdu: Ege Denizi'nde korkutan deprem!
- Premier Lig'den Arda'ya çılgın teklif!
- Kayıp ekonomist Berzeg olayında yeni gelişme!
- Kurultay sonrası üst düzey istifa
- Ahmet Ercan'dan sabaha karşı 'deprem' mesajı
- Çağlayan'da 'Erdoğan' ve 'Deccal' krizi
- Ali Yerlikaya'dan '1 Mayıs' açıklaması
- Özel-Erdoğan görüşmesinin tarihi netleşti
- İYİ Parti'de yeni dönem istifalarla başladı
- Ankara’nın diğer yarısı da oğlu ve gelininmiş!