Olaylar Ve Görüşler

İran ve ambargo

24 Aralık 2018 Pazartesi

Bir halkı hedef alan yığınsal imha girişimi 1899 ve 1907 La Haye Antlaşmalarını da çiğner. ABD siyasetinin ve onun uygulayıcılığına soyunanların yaygın kan dökümü, ölüm, yıkım, göç ve perişanlığa neden olduklarını görmemek için aptal, bilgisiz ve kör olmak gerek.

Her ne kadar Beyaz Saray’daki konumu güvenli olmayan ABD Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini söylediyse de bunu gerçekleştirecek koşullar henüz ortada gözükmemektedir. ABD’nin yakın geçmişte Küba, Libya ve Irak’a uygulamış olduğu ambargolar uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırıydı. Hele Doğu-Batı çatışması sona erince Güvenlik Kurulu’nu BM’nin amacı dışında kullanarak başvurduğu ekonomik yaptırımlar, hedeflenen halkları yoksulluğa ve ölüme itmesiyle BM Antlaşmasını, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, 1949 Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nu (özellikle M. 48, 49 ve 54’ü ve 1977 Birinci Ek Protokolünü), 1966 Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Uluslararası Antlaşması’nı, 1986 Gelişme Hakkı Bildirisini ve 1989 Çocuk Hakları Konvansiyonu’nu çiğniyordu. Örneğin, 1990’da Irak’a Amerikan çıkarları ve güç siyaseti uğruna yapılanlar böyleydi. Günümüzde Trump’ın İran’a uygulamaları önceki başkanlardan daha da insanlık dışı olabilir.
Üstelik, öncekiler hedef alınmayan ülkelerden komşu Türkiye’ye de zarar verdi. Bunu BM’nin Viyana Genel Merkezinde çok kalabalık dinleyicilere anlattım, konuşma metnim Avusturya’da basıldı; Yugoslavya’ya yaptırımlar da komşu Macaristan’ı zarara soktuğundan Macarcaya çevrilip orada yayımlandı.

Halkını ölüme sürükler
Bu türlü zorlamalar bir ülkenin altyapısını yıkar, halkını açlığa ve ölüme sürükler. Irak’ta çocuk ve yaşlı ölümleri birkaç kez artmış, kurşunkalem alımı bile yasaklandığından okullarda eğitim aksamıştı. Libya’ya uçak seferleri durduğundan Malta’dan gemiyle Afrika’ya geçtiğimi ve dönüşte önce karadan Tunus’a, oradan Ankara’ya geldiğimi anımsıyorum. Küba Amerikan emperyalizmine karşı yıllarca Castro ve Che coşkusuyla dayanabilmişti. Şimdi de komşu İran Trump aşırılıklarına göğüs gerecek. Oysa BM Genel Kurulu’nun siyasal baskı aracı olarak ekonomik yaptırımlara karşı 20 Aralık 1991 kararı var. 1992’deki Gıda Uluslararası Konferansı gıdanın siyasal baskı olamayacağını belirtir. Aynı konuda 13 Kasım 1996’da Roma Bildirisini unutmayalım. FAO Zirvesinde Papa İkinci J. Paul ambargo kurbanlarından yana çıkmıştı.
Kısa tarihinde ilkellikten tekelci sermayeciliğe ve teknolojiyle emperyalizme (arada uygarlığı yaşamadan) atlamış olan ABD de artık dikkate almalı ki, yaşam, gıda ve sağlık hakları uluslararası hukukun temelinde yer alır. Yıllardır yaptığı insanlığa karşı suçtur, bu yolda karar verenler sorumlu ve sanık olurlar. Bir halkı hedef alan yığınsal imha girişimi 1899 ve 1907 La Haye antlaşmalarını da çiğner. ABD siyasetinin ve onun uygulayıcılığına soyunanların yaygın kan dökümü, ölüm, yıkım, göç ve perişanlığa neden olduklarını görmemek için aptal, bilgisiz ve kör olmak gerek.

‘Tek karar verici’
Özellikle İran’a gelelim. Pehlevi hanedanını kuran ve 1936’da Atatürk Türkiye’sine gelip etkilenen Rıza Şah’ın devrimci yanı vardı. İngilizler onu 1941’de düşürüp Güney Afrika’ya sürdüler. ABD-Britanya ortak diplomasisi ve CIA-M16 casus örgütleri 21 yaşındaki oğlunu tek adamcı buyurgan yaptılar. İngilizler 1911’deki İran Meclisini de kapattırmışlardı, dokuz yıl sonra Osmanlı Meclisini basmaları gibi.
ABD İran’ı emperyalizmin uygulayıcısı “tek karar-verici” yoluyla yönetmek istiyordu. O tarihteki resmî yazışmaları (gizlilik kalkınca) okumuştum. Meclis’i etkisiz kıldı; oysa, orada halk yalnız Tahran’dan milletvekili seçilen öğretmenin konuşmalarını izliyordu. Emperyalizm-Şah ikilisi üniversiteleri susturdu; orduyu kendi özel koruması düzeyine indirdi; basını yandaş yaptı; siyasi partileri doğradı; dernekleri kapattı; muhalifleri kurşuna dizdi; gençlere işkence yaptı, hatta kimi ulemayı da sorguya çekti. Humeyni bile önce Ankara’ya, sonra Paris’e göçtü. Kapısına kilit vuramadığı yalnız camiler kaldı. Muhalefet de yalnız orada gelişebildi. ABD şimdi de o eski ve tek muhalefetin süregelen iktidarından şikâyetçi. Oysa, başka her şeyi sıfırlayarak bu sonucu yaratan da çevremizde özgürlük, demokrasi ve bağımsızlığa katlanamayan Vaşington yönetimidir. Şimdi ne hakla yakınıyor ki?

Tahran’da CIA görevlisi
CIA ve M16’nın bir de yurtsever ve demokrat Başbakan M. Musaddık’ı 1953’de iktidardan düşürüşü var. Olayı daha çok Tahran’da CIA görevlisi Kermit Roosevelt kotardı. M16 görevlisi C. Woodhouse’un de payı var. Kuşkusuz, ABD Dışişleri Bakanı J.F. Dulles ve kardeşi CIA Başkanı A. Dulles’ın da. “Ajax Eylemi” kod adlı müdahaleyi onaylayan ABD Başkanı Eisenhower’in de. Bunlar kalabalıkları rüşvetle sokağa döktüler. İsviçre’de hukuk okumuş olan Musaddık “yurttaşlarımın muhalefet hakkıdır” dedi, kendi yandaşlarını dizginledi. ABD Büyükelçisi “birkaç Amerikan yurttaşı da itildi kakıldı” yalanını uyduruncaya, “yabancı gezginler konuğumuzdur, o zaman ben de yandaşlarıma müdahale ettiririm” diyene değin. İki müdahale oldu, Musaddık’ı ABD ile Britanya devirdiler.

CIA’dan çok pahalı kürk
İran petrolünü millileştiren ve sarayın büyük bütçesini ufaltıp geri kalanını sağlık bakanlığına aktaran Musaddık’ı “ülkeye ihanetten” hapse attılar.
“Ya başarılı olmazsa!” diye korkan Şah’ın kız kardeşine kralı ikna etmesi için CIA’dan çok pahalı bir kürk ve bavul dolusu para geldi. Şah’ın ikiz kız kardeşi Prenses Eşref Paris’te yaşar, İran’da her kuruluştan yüzdesini alırdı. Tahran’da kaldığım otelin sahibi de bu yoldan soyulduğunu söylemişti. Bu soyguncu prenses Paris’te Excelsior Oteli’ndeki kral dairesinden “Madam Şefik” sahte pasaportuyla gizlice gelip Şah’ı ikna etti. Kuşkusuz, Ali Celili, Faruk Keyvani, üç Raşidian kardeşler ve işadamı Kudretullah gibi yerli işbirlikçiler de eksik değildi. ABD Askeri Ataşesi küçük rütbeli subaylara para ve sonra rutbe yükseltme sözleri verdi. Her türlü kirli işin ve gizlice buluşmaların içinde Büyükelçiler Shepherd ile Henderson’u da unutmayalım. Güzel Kraliçe Süreyya’nın çocuğu olmuyordu. Tahta veliaht gerektiğinden, CIA ona da ruhbilimci bir doktor yolladı. Sadaabad Sarayı’nın ecesinin bu CIA görevlisine Şah’la ne zamanlar ve nasıl birlikte olduklarını anlatışı ve önerileri dinleyişi dudak uçurtur.
CIA hemen yeni yönetime beş milyon, Nazi yanlısı bilinen General Zahidi’ye bir milyon dolar ulaştırdı. Roma’ya kaçmış olan Şah da 12.000 dolara kiralanmış olan Hollanda uçağıyla Tahran’a döndü. Zahidi Şah’ın armağan ettiği altın sigara kutusunu cebine yerleştirip başbakan olurken, CIA görevlisi de tahtın sağ kolu konumuna oturdu. Gene böyle bir yönetim isteyen Trump önce ABD’nin de imzaladığı antlaşmaları okumalı. BM antlaşma metnini bile okuduğunu sanmam. 

Prof. Dr.TÜRKAYA ATAÖV



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları