Adnan Binyazar

Sıradan Bir Gün

28 Aralık 2018 Cuma

1999 yılında Berlin’den döndüğümde, genç yazarlardan en çok Murat Gürsoy, Ayfer Tunç, Yekta Kopan ilgimi çekmişti. Aradan geçen son yirmi yıl içinde de yazın dünyamızda bu üç yazarın kendilerine özgü bir yere vardıkları kanısındayım. Ayfer Tunç’un Aziz Bey Hadisesi’yle ilgili görüşlerimi yıllar önce yazmıştım. Yazdığı her satırla edebiyatımızın beğenisini yükselttiğine inandığım Murat Gürsoy üzerine bir şeyler yazmayı her kitabında düşünmüş olsam da, bunu gerçekleştirme olanağı yaratamadım. İçimde her an böyle bir istek çakılı duruyor.

Sıradanlık
Genç yaşlarında Sait Faik, Haldun Taner, Yunus Nadi öykü ödüllerine değer bulunan Yekta Kopan son yıllarda romana yöneldi. Bir ay önce yayımlanan romanının adı Sıradan Bir Gün. Yaşamak da gerçekte sıradan günler toplamı değil midir? Onu sıradanlıktan çıkaran, edebiyat, müzik, resim gibi yaratıcı sanatlardır. Ne var ki, ilkgençlik yıllarında resim, müzik de heves uyandırır ama sanatın en çok soluk alıp verdireni şiir olmuştur. İçinde coşku dalgaları patlayan hangi genç şiire sığınmamıştır?

Yekta’nın romanı
Öykülerinde, romanlarında incelikli üslubuyla Türkçeye ayrı bir anlatım kıvraklığı katan Yekta Kopan, “anlar”ın, kendi deyimiyle “sıradan günler”in romanını yazmış. “Nehir roman” denilen romanlar da “an” diye adlandırılan anlatı hücrelerinden oluşmuyor mu? Kafka’nın Kafkalığı buradan geliyor. Yabancı’ya “Annem bugün öldü, belki de dün ölmüştür” diye başlayan Albert Camus, “anlar”ın yazarı olduğu için, Yabancı, yıllardır diriminden bir şey yitirmedi. Kopan o soydan bir romancı. Karşılaştığı anlık bir cinayet olayı bile, romanının belkemiğinin ne denli sağlam olduğunu gösteriyor.

Romanlaştırma
İyi bir roman, değerli halıların dokunuş yöntemiyle yazılır. Olaylara sanatsal düğümler atılınca, anlatı romana dönüşüyor. Kopan, düğümün atılışında gösterdiği hüneri, çözülümüne de yayıyor. Yekta Kopan’ın Sıradan Bir Gün’ünü okurken, düğümlerle çözümleri birbirinden ayırmaya çalıştım. Romanın her sözcüğünün; düşüncenin, algının, dilsel beğeninin imbiğinden geçirildiğinin ayrımına o zaman vardım. Kopan nabza göre şerbet vermiyor, sanatsal kozasını içinde örerek, önce kendini, doğal olarak okuru, iç değerlerle özeleştiriye yöneltiyor. Bu romana, “Resim senin benden istediğin değil, benim sana verdiğimdir” diyen Picasso’nun dünyasından bakmak gerekiyor. Onu okuyunca, deseni renkle uyuşturup sanatsal kılmadan roman diye yazılanların çoğu laf kalabalığı olduğu anlaşılıyor.
Kopan, bunu romanın daha ilk satırlarında sergilediği özeleştiriyle gerçekleştiriyor: “Altı çizilecek cümle hayranları, büyük harflerle yazılmış özlü söz düşkünleri, kusursuz olmanın formülünü arayanlar, dost sohbetlerinde alkış alacak tespitlerin peşinde koşanlar, dünyanın sırrını bir kitapla çözeceğini sananlar, aşk hayatında yıldızlara ulaşmak isteyenler, işinde yükselmek için her haltı yemeye hazır olanlar, bu kitabı okumayı bırakabilirler.” Romanın son sayfalarında, “Kelimeler arasındaki ritmi tutturabilmek, duyar duymaz kulağa yerleşen bir şarkı kadar yakalayıcı olabilmek, derinliği gizeminde saklı cümleler kurabilmek” diyerek yanılgılar yaşadığını ima ediyor.
Kopan, özeleştirinin ışığını yalnızca kendine tutmuyor, patronlara yaranmak, iktidara sevimli görünmek, iki kuruş fazla para kazanmak hırsıyla haberler uyduranlara, karakteri zayıfladıkça bedeni değişmeye başlayanlara da flaşlar patlatıyor. Daha da önemlisi, yazarlık kahramanlığı yapmıyor, roman kahramanları yaratıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları