Olaylar Ve Görüşler

Bugün için düne bakmak lazım

09 Ocak 2019 Çarşamba

Kriz ekonomileri hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur. İktidar ülkenin en kıymetli varlıklarını, fabrikalarını satarak küresel tefecilere çocuklarımızın geleceğini bile ipotek ettirmiştir. Düşünce özgürlüğü hapislerde gün sayar olmuştur.

“Unutmalar Şehri” romanımda 12 Eylül’ün son basamağı olan bir şehrin nasıl bir savrulma, katliam ve travma geçirişinin sürecini anlatmıştım. Öyle görünüyor ki bugün hâlâ olanı biteni anlamakta zorluk çeken, sanki bu iktidar başımıza gökten düşmüşçesine şaşkınca bakanlar var. Bugünün yönetim zihniyetine sahip olanlar bu toplumun içinde hep var mıydı yoksa sonradan mı dönüşüm geçirdiler? Bu sorunun her ikisi de gerçekçi. Türkiye’nin çok partili döneme geçme çabası ile birlikte demokrasi arayışları da başladı. Bu denemelerin ilkinde karşı devrimciler de kendilerine yer buldular. DP iktidarı ile birlikte din ve milli duyguları siyasette kullanma politikası süregelen iktidarlar içinde geleneksel bir yönteme dönüştü. Giderek gericilik kurumsallaşmaya başladı. Emperyalizmin yükselmekte olan özgürlükler ve haklar mücadelesini geriletmek için işbirliği yapacağı kitle ve ilişkiler çoktan hazırdı.

Barış Gönüllüleri
27 Ağustos 1962 yılında ABD ile yapılan ortak bir protokol gereği Barış Gönüllüleri adı altında yirmi yaşına gelmiş ve fiziki görüntüleri bakımından örnek olabilecek özellikte seçilmiş kız ve erkek gönüllüler Anadolu köylerine, topraklarına gönderildi. Anadolu insanının binlerce yıldır biriktirdiği kendi kültürü yetmiyormuş gibi okyanus ötesinden ne olduğu belirsiz bir kültürle tanıştırma çabasının gerçek yüzü sonradan ortaya çıktı. Bunların önemli bir bölümü casusluk ve bu toplumun neye sevinip neye üzüleceği, neye, nasıl hangi durumda tepki göstereceği ve kararlarını ne tür durumlara göre vereceği gibi sosyolojik veriler topladı. Oysa bugün sosyal medya paylaşımlarını analiz etmek bile tek başına milyarlarca veriyi toplamaya ve psikolojik çözümlemeleri rahatça yapmaya yeter de artar bile.

24 Ocak kararları
Türkiye işlenmemiş toprakları, bakir yer altı ve yer üstü kaynakları, en önemlisi de genç ve dinamik nüfusu ile kapitalist dünyanın ekonomisiyle entegre edilmeye en müsait toplumlarından biriydi. Birde buna Sovyetlerin burnunun dibinde bulunan jeopolitik konumunu eklerseniz üzerinde çalışılması kaçınılmaz bir fırsat olarak kendi başına bırakılamazdı. İslam inanışı ise tam da Sovyetlerin yanında bir yeşil kuşak projesini hayata geçirmeye çok elverişliydi. 24 Ocak kararları da serbest piyasaya geçişin temel taşlarını döşüyordu. Bütün bunların uygulanabilmesi için en büyük engel toplumun örgütlü duruşu, sendikalar, öğrenci örgütleri, siyasi partiler, basın ve sivil toplumun varlığıydı. Onlara göre en kötüsü de yükselen emek eksenli sol bir dalga vardı. İşte bütün bunları ortadan kaldıracak şey bir kaos, şiddet, devleti yönetememe ve darbeye muhtaç bırakılma iklimiydi.
Bugün Cumhuriyet değerlerinin ortadan kaldırılıyor olmasına toplumun yüzde ellisi onay veriyor ve sessizce izliyorsa 12 Eylül darbesi başarılı olmuş demektir. Bu çok nettir. Darbecilerin ilk yaptığı işlerden biri din dersini zorunlu kılmak olmuştur.
Düşünmek, düşünce üretmek, okumak ve tartışmak uzun süre yasaklanmıştır. Bugün olduğu gibi pozitif bilim rafa kaldırılmıştır. Bunlara yasak konulurken tarikatların önü açılmış dinin siyasette kullanımı kurumsal hale getirilmiştir. Muhalefet güçleri tümden bastırılmış, idamlar, sürgünler, hapisler, işsiz bırakılmalar gibi travmalarla geleceği yeniden yaratacak insanlar yok edilmiştir. 12 Eylül’den sonra öldürülen gazeteci, yazar, akademisyenlere bakınca bugünlerin yolunun nasıl açıldığını, düşünsel bir kurak iklimin nasıl oluştuğunu anlamak mümkün.
12 Eylül’ü anlamak için en basit soru şudur. Bu darbe kimin işine yaramıştır? Bunun yanıtını verirsek 12 Eylül’ün sahibini de sonuçlarından faydalananları da bulmuş oluruz.
Avrupa’da yüz yılda nesilden nesle değişen ve gelişen serbest piyasanın hazmedilmesi bizde bir kanunla üç beş yılda uygulanmaya konulmuştur. Topluma dar gelen bir deli gömleği gibi serbestleşme ile yolsuzluk ve nereden gelirse gelsin de zenginleşme gelsin anlayışı ahlakı, değerleri çökertmiştir. 12 Eylül sadece bizim iktisadi işleyişimizi değil aşklarımızı, yeme içme alışkanlıklarımızı, kültürümüzü, aile ilişkilerimizi yozlaştırmış ve serbest piyasacı hale getirmiştir. Piyasa artık her yerdedir. İnsanların ruhlarında, aşklarında ve ayrılıklarında bile bir ölçü birimi halindedir.

Çocuklarımızın geleceği
Her 8-10 yılda bir genişleyip daralan kriz ekonomileri hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Artık küresel köyün şamar oğlanı kullanıma hazır hale getirilmiştir. İktidar elinde ne var ne yok ülkenin en kıymetli varlıklarını, fabrikalarını satarak küresel tefecilere çocuklarımızın geleceğini bile ipotek ettirmiştir. Genç nesiller tekçi düşünce ve eğitimin içine sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Düşünce özgürlüğü hapislerde gün sayar olmuştur. Altı yüz yıllık genlerimizde dolaşan tebaa kültürü yeniden hortlamış kendine hem seçmen kimliğinde hem de siyasetçi ve lider kimliğinde hayat bulmuştur. Bunu değiştirmeye muktedir bir muhalefet ne yazık ki yoktur ve iktidarın kurduğu oyunun kurallarını kabullenmiş görünmektedirler.
Bu sıkıştırılmış, teslim alınmış ve siyaseten seçeneksizleştirilmiş toplum düştüğü yerden bir avuç toprak alarak kalkmasını bilecektir. Ne emperyalistlere ne de onların uzantısı partnerlerine teslim edilecek bir ülke yoktur. Her alanda üreten ekonomisi olan; özgür ve tam bağımsız bir geleceği inşa etmek bugünün ve yarının düşünen tüm yurtsever bireylerinin sorumluluğundadır.
12 Eylül’le başlayan dönüşüm uzun zamandır, tamamdır. Toplumun yüzde ellisine hayırlı olsun.  

Cevat Turan Yazar-Şair



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları