Alacakaranlık kuşağında bir yazar

20 Ocak 2019 Pazar

Sade bir yurttaş olarak, minibüslere, taksilere bindiğim, pazarları dolaşmayı sevdiğim için epeydir kendimi bir alacakaranlık kuşağında hissediyorum. Öte yandan 13 Ocak Pazar yazımda türbanın bilimsel kökenini yazdığım için; Sabah, Star ve Yeni Şafak gazetelerinin teşvikiyle inanılmaz bir e-mail ve facebook saldırısına uğradım. Saldırıların edep dışı olmasını bırakın, öylesine su katılmamış bir cehalet ve gaddarlık içeriyordu ki, doğrusu birkaç gün kendimi Afganistan’da çırılçıplak sokakta kalmış da az sonra taşlanacakmış gibi hissettiğimi de söylemeliyim. Neyse atlattım sayılır ama canım da yeni bir yazı yazmak istemiyor. Öyleyse eski bir yazıyı, günümüzde de geçerliliği sürüyor, yeniden paylaşayım:

***

Kadıköy-Kartal arası çalışan bir minibüs, oldukça tenha, ben de yolculardan biriyim. Minibüs, yolda bekleyen, görünüşünden öğrenci olduğu çok belli olan bir çocuğu almadan hızla geçiyor ve hızını alamayıp kırmızı ışıkta da geçiyor. Önde oturan orta yaşlı bir kadın yolcu, “Ne yapıyorsunuz? Hem çocuğu almadınız hem de kırmızı ışıkta geçiyorsunuz, bu kurallara aykırı!” diye söze giriyor. Vay canıma, minibüsün genç sürücüsü zınk diye duruyor, kadına dönüp “Sen hiç kural çiğnemedin mi” sorusunu yapıştırıyor. Kadın yolcu, “Burada benimle ilgili bir durum yok, siz kuralları çiğnediniz!” diye yanıt veriyor. Minibüs olduğu yerden ok gibi fırlıyor ve sürücü “Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek gaza basıyor, minibüsteki herkes şöyle öne doğru kaykılıyor. Sürücü konuşmaya devam ediyor: “Biz bir tek kural tanırız ve de tek kitaba bağlıyız, o da Allah’ın kitabıdır!” Kadın yolcu sinirleniyor, “Kuran’da kırmızı ışık yazmaz!” diye sert bir biçimde yanıt veriyor. Hop minibüs gene zınk diye duruyor, sürücü ön kapıyı açıyor: “Hadi sabah sabah benim kafamı bozma, in aşağı, şu paranı da al!” Kadın yolcu inmiyor ve arkasını dönüp diğer yolculara bakıp sesleniyor. “Benimle karakola gelir misiniz?”
Kimseden ses çıkmıyor, kimse karakola gitmeyi, tanık olmayı istemiyor besbelli, arkadan bir başka yolcu kadına sesleniyor: “Arkadaş şimdi karakola gitsek ne olacak, karakoldakiler de adamı kollayacak! Üstelik sen kadınsın, başına başka işler gelir.” Kadın birden “Lanet olsun sizlere” diyerek ağlamaya başlıyor. Artık işe karışmanın zamanı geldi, karakol konusunda ben de diğer yolcular gibi düşündüğümden, kadını usulca kollarından tutup aşağı indiriyorum, birlikte hemen yan taraftaki bir kahvede oturuyoruz. Meslekten ihraç edilmiş bir matematik öğretmeni o. FETÖ terör örgütüyle tek ilişkisi maaşını Bank Asya’dan alması. Kocası da öğretmen, o da ihraç edilmiş aynı suçtan!
Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan evime dönüyorum. Şoförle sağdan soldan konuşuyoruz, ansızın genç adam anlatmaya başlıyor. İngilizce ticari bilimleri dördüncü sınıfta bırakmış. “Neden” diye soruyorum, “ya kendimi öldürecektim ya da okulu bırakacaktım!” Zeki bir öğrenciymiş, tek ideali kaymakam olmakmış, babasıyla dini bütün, yardımsever diye Fethullah’ın okullarından birine göndermiş onu, dayı itiraz etmiş, dinletememiş. Orada ağabeylerin hizmetine girmiş, üniversite sınavları sırasında ağabeyler “Sen İngilizce ticari bilimlere gireceksin, daha sonra da Kazakistan’da açılan bir okulun yöneticisi olacaksın” diye bastırmışlar. O ilk 3 bin arasında olmasına rağmen Siyasal’a girememiş, ağabeylerin istediği okula kaydı yapılmış. Ondan sonrası bir kâbus. Dört yılın sonunda bir gece kendini öldürmeyi düşünmüş ama yapamamış, o gün okuldan kaydını sildirmiş ve babaannesinin Karadeniz’deki yayla evine gidip altı ay kimseye bir şey söylemeden orada kalmış. Sonra zaten ağabeyler onu yoldan çıkmış olarak damgalayıp peşini bırakmışlar. Şimdi taksi şoförlüğü yapıyor, tek sevindiği şey, babasının darbe günü onun yüzüne mahcup bir biçimde bakıp, “Senin istikbalini ben mahvettim” demesi olmuş.
Vay canına, sağımız solumuz böyle hikâyelerle dolu. Bir zamanlar, benden daha çok komünist olan bir temizlikçi kadın, ağlayarak bana oğlunu yoksulluktan bir tarikat okuluna verdiğini anlatmıştı. Şimdi o çocuk da boşta. Hangi okula nasıl gidecek bilinmiyor. Oğlunun adeta damgalandığını söylüyor bana, “bir kötülük tohumu” gibi...
Hiçbir ülkede hiçbir örgüt bu denli kötücül olmamıştı. Bütün sağ iktidarlar ve de AKP bu suça birinci derecede ortaktır! Enerji Bakanı (şimdi Maliye Bakanı) damat “Bize vız gelir tırıs gider” diyor, vız gelip tırıs gitmeyecek işte! Gitmeyecek!

***

13 Ocak tarihli, linç edildiğim yazımda da sormuştum, şimdi gene soruyorum: Kavakçı ailesine verilen imtiyazların nedeni nedir? Yoksa?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları