Olaylar Ve Görüşler

Seziş ve duyuş eksikliği

22 Ocak 2019 Salı

Neo-liberal çok kültürcülük, kendini azınlık hissedenlerin bir kesiminin asıl mevzilerini kaybederken yuttukları zoka olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı ardından kurulun iki kutuplu dünyanın kapitalist olanı, yetmişlerden başlayarak bugün sonlarını yaşadığımız ileri sürülen küresel neo-liberal düzene doğru hızla yelken açtı. Yelkeni dolduran rüzgâr, Bretton Woods dünyasının yıkılmasıydı. Doların altın karşılığı olmaktan çıkmasıyla kanatlanan merkeze ait uluslararası sermaye, dünyanın geri kalanını ekonomik ve siyasi olarak kendine bağlarken ona seçenek olarak ortaya çıkmış sosyalist sitemi de öylesine kuşattı ki, sistem, kendi hatalarının da tetiklemesiyle “beklenmedik” bir şekilde çöktü.

İkinci sanayi devrimi
Bu çöküşle birlikte neoliberalizm sıfatını parlattı, küreselliğini tescil ve ilan etti, hatta muzaffer sıfatını edindi. Pervasız bir radikal piyasacılık retoriği; ikinci bir sanayi devrimi olmuş, yeni bir Fransız İhtilali patlamış, yeni bir aydınlanma yaşanıyormuş tafrasıyla zihinleri kuşattı ve yaşamın her alanında kendi karşılığını yaratarak güçlü bir ekosistem oluşturdu. İki kutuplu dünya kurulduğundan beri ilk defa liberal kapitalizm, entellektüel ve neredeyse ahlaki üstünlüğü ele geçirmiş göründü.
Bu dönüşümden etkilenmeyen hiçbir statüko olamazdı. Kurulu düzenler, yapılar sarsıldı. Çevre ülkelere baktığımızda değişime karşı yeterince kıvrak, uyumlu olamayan ya da niyetleri ve yetenekleri ne olursa ve ne yaparlarsa yapsınlar varlık nedenlerinin sona erdiğine oyun kurucular tarafından hüküm verilen devletler ya çok büyük güçlüklerle baş etmek zorunda kaldılar ya parçalandılar ya da eskisinden başka bir şekilde yeniden kuruldular. Milenyumun ikinci on yılının sonuna doğru bu süreç bütün şiddetiyle devam etmekte görünüyor.
Bu zamanda yüzleşmemiz gereken konulardan birisi ilerici, özgürlükçü ve toplumcu dünya görüşünün, sosyalist sistemin çökmesinin ardından düştüğü yalnızlık ve şaşkınlıkla küreselci neo-liberal siyasetin çeşitli formları içinde; insancıltoplumcu sanat edebiyat geleneğimizin de post-modern estetik içinde önemli ölçüde çözülmüş olmasıdır.
Neo-liberalizmin çok kültürcülüğü (politik cemaatçiliği, ayrılıkçı etnikçiliği ve kontra cinsiyetçiliği) ve yalınkat sivil toplumculuğu, siyasal özgürlük ve kurumsal yönetim karnesi zayıf bir çevre ülkesi olan Türkiye’de önce, ilerici-sol-sosyalist özgürlükçülükle kısmen de olsa örtüşebilmiş fakat ardından, onu önemli sayılacak bir kısmıyla ve hızla asimile etmiştir. Trajik olan, bu süreçte, özgürlük, demokrasi ve adalet yoksunluğumuzun asli nedeni olan soğuk savaş düzeni McCarthyciliğin, kılık değiştirerek kendisini demokrasi, refah ve özgürlük havarisi olarak vaftiz etmesi, o tarihe kadar tırnakları sökülmüş halde olsa bile ayakta kalabilmiş ulus devletlerin kurtuluş ve kuruluş ilkelerine sadık ilerici devrimci muhalif kesimlerini, bu kesimlerin hep hasımları olagelmiş yerel işbirlikçi muktedirlerle birlikte bir sepete koyup statükocu olarak yargılama fırsatı bulmasıdır.

Solun bir kesimi
Bu süreçte, doğası gereği yerel iktidarıyla kavgalı ülke solunun bir kesimi, onunla kavgalı küresel asıl ve büyük iktidarın safında yer tutarak, kazanan bir ilerici olma illüzyonunu yaşamayı seçmiştir. Solun bu kesimi; küresel nitelikteki asıl iktidarın yerel ve tali iktidarı yeniden konumlandırması sürecinden kalıcı biçimde demokrasi, özgürlük ve adalet kazanımı elde edeceğini sanmıştır. Neo-liberal çok kültürcülük, kendini azınlık hissedenlerin bir kesiminin asıl mevzilerini kaybederken yuttukları zoka olmuştur.
Neo-liberal saldırıların gemi azıya aldığı zamanlarda, (Milan Kundera’nın ifadesi ile “statüko yer değiştirirken”) gerici olmanın asıl ilericilik olduğu, toplumun eski düzenden memnuniyetsiz önemli kesimleri tarafından anlaşılamamıştır. Burada siyasal bir yetersizlik olduğu kuşkusuzdur; ama daha çok uzun uzadıya değerlendirilmesi gereken büyük bir sezgi ve duyuş eksikliği vardır. Bu da kültürle, sanatla, edebiyatla ilgilidir.  

Ferruh Tunç



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları