Olaylar Ve Görüşler

Tunç Soyer’e neden oy vereceğim?

06 Şubat 2019 Çarşamba

İzmir’in önceliğini şehirde dinamizm kazandıracak dil sorunu olmadan eğitecek bir yükseköğretim örgütlenmesi geliyor. Soyer böyle bir üniversiteyi ‘sakin şehir’ örneği ile kurabileceğini anlattı.

CHP İzmir adayını açıkladı. Bunun üzerine Cumhur İttifakı aktörleri görüşlerini Tunç Soyer’in babasının 1980’li yıllarda yaptığı görevi sırasındaki uygulamalarına atıfla değişik ortamlarda belirtmeye başladı. Söylemleri, eski Milli Eğitim Bakanı’nın Sivas’taki konuşmasını aratmıyordu. Benim gibi İzmir’de yaşayanların kime oy verip vermeyeceğini, tartışmak değil emredici biçimde söylüyorlardı.
Savcı Nurettin Soyer, görevi sırasında tanık olduğu olayları, karşılaştığı baskıları Uğur Mumcu’ya yazlık evi Mordoğan’da anlatmıştı. Soyer’in anlatımları, olağanüstü dönemin adalet anlayışını sergiliyor ve kendi özeleştirisini yapıyordu. Anlatılan olayların arkasında binlerce kişinin acılarının ve gözyaşlarının olduğu okunuyordu (Uğur Mumcu, 12 Eylül Adaleti, Tekin Yayınevi, İstanbul 1993).
Cumhur İttifakı aktörleri ile basında yazan, televizyon ekranında konuyu tartışanlar olayı hep kendi açılarından gündeme getiriyorlardı. 12 Eylül’ü “ülkücülere karşı yapılmış gibi” gösterme gayretine karşı çıkan Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Cumhur Yavaş görüşünü, “12 Eylül, Türkiye soluna karşı yapılmıştır. Bu gerçeği kimse çarpıtmaya uğraşmasın, tarihi yeniden yazmaya kalkmasın” şeklinde açıkladı (Cumhuriyet 31 .01.2019, s.5). Sayın Yavaş’ın haklılığını o yıllarda bilirkişi olduğum bir soruşturmada yaşayarak görmüştüm. Hayati olaylar nedeniyle yanıt veremeyeceklerini bildiğim iki ünlü Profesör’ün adını yazmayacağım. Bu ikili, Türkiye’de sağlık ve sosyal bilimler alanında önemli katkıları olan Prof. Dr. Nusret H. Fişek için sıkıyönetim komutanına suç duyurusunda bulunmuşlar. Dosya gerekli aşamalardan sonra savcı Nurettin Soyer’e geliyor. Dosyayı inceleyen savcı Soyer, bilirkişi olarak beni seçmiş.

Bilirkişi olarak
Dosya içeriğini, suç konusu olan şikâyet yazısını ve savcının istediklerini okuduğum zaman hayretler içinde kaldım. Ünlü iki Profesör Fişek’in derslerde komünizm propagandası yaptığını, bu ülkelerdeki sağlık sistemini övdüğünü, onun ders notları ile belgelemeye çalışmışlardı.
Tüm belgeleri okuduğum zaman iki şeyi gördüm. İlki, Dr. Fişek’ten yüksek lisans ve doktora sırasında aldığım iki derste anlattıklarının bilimsel bir eleştiri olduğuydu. İkincisi ise uzun yıllar birlikte çalıştığımız dönemde ülkemizdeki sağlık sorunlarını araştıran Hacettepe Nüfus Etütleri’nin 1968-1973-1978 yıllarında ulusal düzeyde yaptığı araştırma bulgularına ilişkin görüşleriydi. Dr. Fişek özetle üç şeye vurgu yapıyordu: Sosyal devletin sağlık hizmeti başarılı değildir. İsteyerek düşükler hızla artmıştır; bu hizmet bir aile planlaması değildir; gerekli önlem acilen alınmalıdır. Aileler istedikleri ve ideal bulduklarının üstünde çocuğa sahip oluyorlar; bu çocukları yetiştirmek için aileler zorlanmaktadır.
Bilirkişi olarak görüşümü yazdım. Savcı Soyer’e götürdüm. Bir sağlık bilimcisinden de bilirkişi raporu alan Soyer, dosyayı kapatmıştı. Prof. Dr. Fişek 60’lı yaşlarında yok yere yedi buçuk yıl hapis yatmaktan kurtulmuştu.

Öğrencilerin yurtdışı istemi
Ben Hacettepe’deki öğretim elemanı ve kamudaki danışmanlık görevimden sonra değişik nedenlerle 1985 yılında Ege Üniversitesi’ne geldim. Şehir’de yerel yönetimin ve sivil toplum kuruluşlarının parasal desteği ile yaptığımız araştırmaların bulgusu çok ilginçti.
n Şehrin ekonomisinde etkin olanlar, İzmir’le yarışan şehirlere göç ediyordu. Başı İstanbul ve Marmara Bölgesi çekiyordu. Şehirden göç etmeyenler, hata ettiklerini görüşmelerimiz sırasında yana yakıla anlatmışlardı.
n Şehirdeki nitelikli ortaöğretim kurumlarından yetişenlerin üniversiteye girişte ilk yüzde üçle öğrenci alan değişik bölümleri kazandığı görülmüştü. Bu bölümlerin İzmir’deki sayısı bir elin parmak sayısını bulmuyordu. İstanbul ve Ankara’daki bu bölümlerin üçüncü ve dördüncü sınıflarındaki öğrencilerle tam sayımla yürüttüğümüz araştırmada öğrencilerin çoğunluğu (yüzde 90) yurtdışına gitmek istiyordu. Hepsi kendilerinden öncekiler gibi başarı hikâyesi yazmak istiyordu.
n Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan İzmirli öğrencilerin neredeyse tamamı İzmir’e geri dönmek istemiyordu. Bunun nedenini öğrenmek için öğrencilerle bir sınıfta buluştuk. Onlara sordum: “Arkadaşlar hiçbiriniz okulu bitirdikten sonra neden İzmir’e gelmek istemiyorsunuz?” İlk iki yanıt çok ilginçti: a- Öğrenci olarak harcadığımız parayı İzmir’de ancak kazanabileceğiz. b- İzmir kumru (tost), İstanbul açık büfe akşam yemeği, içki serbest; saat on ikiden sonra parti var. Siz hangisini tercih edersiniz?
Günümüzde İzmir’in önceliğini genç işsizliği ve yamaçların tepesindekiler ile yamaçların gerisindekilerin geçim sıkıntıları alıyor. Bu sorunları akşamdan sabaha çözmek zor görünüyor. Ancak şehirde dinamizm kazandıracak faktörlerin başında, tüm bölümleri yüzde 3’le öğrenci alan, bunları dil sorunu olmadan eğitecek bir yükseköğretimin örgütlenmesi geliyor. Cumhuriyet hükümetleri, bu konuda İzmir’i ötelemiş.
Sayın Tunç Soyer’le bunları bir yemekte tartıştık. Böyle bir üniversiteyi kamu, özel kesim ve ülkemizin üyesi olduğu dış kuruluşların katkısı ile kurabileceğini, “sakin şehirden” örnek vererek belirtti. Eşim ve ben kendisine oy vereceğimizi açık yüreklilikle belirttik. Tunç Soyer’e oy vermememi önerenlere saygılarımla sunarım.

MÜMTAZ PEKER



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları