Melankoli

21 Ekim 2014 Salı

Dört beş yıl önce, bir film izlemiştim. Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’in “Melankoli” adlı filmini. Filmde, Melankoli adı verilen bir yıldızın dünyaya çarpması bekleniyordu. Filimde sıkıldığımı, hatta “aman artık şu çarpma gerçekleşse de çıksak” diye düşündüğümü anımsıyorum. Sıkıldığım bu film nedense bugünlerde sürekli aklıma geliyor. Nedenini düşündüm, buldum sonunda, dünyamızın hali bir yıldızın çarpmasını bekler gibi. Tüm bilgiler tüm öğrendiklerimiz, tüm değerlerimiz bir yıldız çarpmasını beklercesine tarumar olmuş gibi. Hiç söylenmeyecek sözler, hiç akla gelmeyecek durumlar her yerde. Yolda, pazarda, kahvelerde ve dost topluluklarında öylesine tuhaf sohbetler ediliyor ki, evet dünyamıza yakında bir yıldız çarpacak gibi.
Sürekli ertelenen, ertelenmesi için yollar bulunan kapitalizm öylesine katmerli krizler yaratmaya başladı ki, sanki “Melankoli” artık yanı başımızda. Az sonra da dünyayı yok edecek.
Şöyle bir bakın çevrenize, sürekli bir can sıkıntısıyla dolaşıp duruyoruz. Çok mutlu, kahkahalarla gülenlerin bile yüzlerinde bir donukluk var. Sanki ilaçlanmış gibiyiz. Sanki yaptığımız işler anlamsız, yazdığımız yazıları okuyanlar yok, yaptığımız filmler kendimize sürekli bir ayna tutuyor. Kaybedenler kulübü üyeleri gibiyiz.
Melankoli az sonra çarpacak ve ben bir gün içinde dolaştığım yerlerde duyduğum sözleri şöyle bir toparladım. Kırklarında bir adam, dedesi, babası ve kendisi iyi okullarda okumuş. Kültürlü biri ve araba alıp satıyor. Dehşet içinde, öfkeli, “Ben bir an önce Amerika’ya kapak atmalıyım” diyor. “Ben buraların adamı değilim. Hiç Maltepe’nin üstüne gittiniz mi, o güzelim ağaçları kesip korkunç siteler yapmışlar. Yahu ben de bu soygundan pay almak istiyorum ama nereye başvuracağımı bilmiyorum. Bakın Tayyip Erdoğan çok akıllı bir adam. Kendi de yiyor, çevresine de yediriyor. Ben yedirilen olmadığım için her zaman yitiriyorum. Ben Amerika’ya gitmeliyim.”
Genç adamı yatıştırmaya çalışanlar var. “Bu böyle gelmiş böyle gidecek” diyenler. O zaman genç adam daha da köpürüyor. “Bırakın be! Korkaklar, yerinize mıhlanıp kalmışsınız. Üç kuruş paranız gitmesin diye IŞİD’ci AKP’ye oy veriyorsunuz! Söyleyin bakalım, kaçınızın bankalara borcu ne kadar? Korkuyorsunuz değil mi, eviniz, arabanız elinizden gidecek diye. Korkun! Olacak bu, olacak!”
Kahvedeki herkes tedirgin. Nereden düştü bu buraya? Ama doğru da söylüyor, “Allah kahretsin, kime inandım da ev almaya kalktım. Bir evim vardı, yazlığa ne gerek duydum ki, karımın aklı işte. Yazlığı olacakmış, torunlar yazın onun yanına gelecekmiş. Sefa sürecekmiş. Ne sefası be. Cefa cefa….”
Melankoli çarptı çarpacak, dostlarımdan biri bir 68’li, “Yahu”, diyor “hani yaşadık yaşadığımız kadar, ne olduk, şeytan diyor, kalk git Kobani’ye ve savaş. Ölüm geldi gelecek, bari Kobani’de ölelim. Kendi ülkemizde hep yenildik, bir kez yenelim.”
Dolaşıyorum, yolum lüks mağazaların olduğu bir caddeden geçiyor. Bir büfenin önünde oturup bir şeyler atıştırıyorum. Yanımda iki genç anne, çocuklarını okuldan almışlar, onlara telaş içinde bir şeyler yedirmeye uğraşıyorlar. Çünkü aceleleri var, kız baleye, oğlan da piyano dersine yetişecek. Çocuklara bakıyorum, öyle yorgun ve bitkin görünüyorlar ki, dehşete düşüyorum. Belli ki, sabahın köründe kalkıp sıkışık servislere binerek uykulu uykulu okula gitmişler. Beş saat ders yapmışlar, şimdi haydi baleye, haydi piyanoya. Annelerin telaşı çocuklarda yok. Ellerinde cep telefonları oyun oynamaya çalışıyorlar. Birden çocuklar için üzülüyorum. Büyük ihtimalle baleden ve piyano çalmaktan nefret edecekler.
O sırada bu caddede her adımda dilenen Suriyeli çocuklar etrafımızı sarıyor. Anneler dehşete kapılmış, çocuklarını dilenen çocuklardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Tuhaf bir manzara, Melankoli çaptığında her şey kül olacak… Bütün bu manzaralar da!
Bu arada neşe nerede diye, çevreme bakınıp duruyorum. Kimseler gülmüyor, kimseler aşktan, sevgiden söz etmiyor. Geçenlerde Okan Üniversitesi’ndeki öğrencilerimden biri şöyle dedi: “Hocam kırk yaş üstü Facebook’a girdiğinden beri, onun da tadı kaçtı.” “Neden ki” diye sordum. “Kendi deneyimlerini anlatıp duruyorlar, sıktılar.” Doğrudur, gençlerin alanına bizler girdiğimizde her şey daha politik olmaya başlıyor. Genç insan sevmiyor bunu. Neyse ki, o eğlenmek istiyor. Şimdilik biraz umut var.
Bu arada Melankoli yaklaşıyor ya, şairler pek bir çalışkan. Her konu için hemen şiirleri hazır! Vallahi ben onları Facebook’ta okurken şaşırıyorum. Bu şiir yazmak da amma kolay işmiş. Edip Cansever, Turgut Uyar, daha niceleri neden öyle gecenizi gündüzünüze katıp, yazdığınız şiirleri yastık altında dinlendirip yeniden yeniden gözden geçirerek yazmaya çalıştınız ki, şiir yazmak çok kolaymış işte. Şaka, ben Melankoli’nin dünyaya iyice yaklaştığını, bu şiir olmayan şiirleri okuduğumda daha bir anlıyorum. Herkesin acelesi var.
Benim de, acaba Melankoli çarpmadan önce, kendim için anlamlı ne yapabilirim? Bu soru bile anlamsız geliyor. Galiba melankolideyim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları