Olaylar Ve Görüşler

YSK kıskacında seçim hukuku: 31 Mart 2019 yerel seçimleri

01 Mayıs 2019 Çarşamba

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde YSK hem oluşumu hem de verdiği kararlarla pek çok hukuksal tartışmaya neden oldu. Serbest seçim hakkı, bu hakkın korunması kapsamında seçim güvenliğinin sağlanmasına özel önem vermekteyse de YSK’nin uygulamaları, seçim güvenliğini sağlamaktan
büyük ölçüde uzaklaşmıştır.

I. Giriş
Seçimler, kamu gücünün uygulanma­sında ilk ve en temel demokratik meş­ruluk aracıdır. Seçim denetimi, egeme­nin iradesinin yanıltılmamasının garan­tisidir. Seçim denetiminin konusunu yalnızca oy verme sırasındaki eylemler oluşturmaz; partilerin aday gösterme­leri dahil olmak üzere tüm seçim hazır­lıklarından seçim sonuçlarının tespiti­ne kadarki her faaliyeti kapsar. Örneğin seçim çevrelerinin belirlenmesi, usu­le uygun aday gösterilmesi, kamusal ve kamusal olmayan makamların seçimle­ri meşru olmayan şekilde etkilemeleri, oy verme sırasındaki yanlışlıklar ve oy­ların sayılması ve ilanı da seçim deneti­mine girer. Tüm bu aşamaların açık ve şeffaf biçimde gerçekleşmesi gerekir.

II. YSK üzerindeki anayasal kuşkular
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Yük­sek Seçim Kurulu (YSK) hem oluşumu hem de verdiği kararlarla pek çok hu­kuksal tartışmaya neden oldu. Seçim­den hemen önce mevcut YSK üyeleri­nin görev sürelerinin bir yıl uzatılması­nı öngören yasal düzenleme, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından “seçimle­rin dürüstlüğü ile yargı bağımsızlığı il­kelerine aykırı bir yönü bulunmadığı” gerekçeleriyle Anayasa’ya uygun bu­lunmuştur. Bu gerekçelerin doğruluğu­nu YSK’nin verdiği kararlar üzerinden sorgulayabiliriz;
1. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde verdiği kararla YSK daha önceki yanlış tutumunu sürdürerek Cumhurbaşkanı­nı, kendi atadığı bakanlarından ayrı tut­muş ve 298 sayılı Kanun’un 65. madde­sinde öngörülen propaganda yasakla­rından muaf kılmıştır (19.12.2018 tarih ve 1119 sayılı karar). Partili Cumhur­başkanı seçim öncesinde Anayasa’nın kendisine tanıdığı yetkileri en yoğun bir biçimde kendi partisi lehine kulla­narak,  yine Anayasa’nın 103. maddesi uyarınca ettiği tarafsızlık yeminine ay­kırı davranmıştır. Böylelikle siyasi par­tiler arasındaki şans eşitliği ilkesi açık­ça ihlal edilmiştir.
2. YSK, 31 Mart yerel seçimlerinde özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonuçlarına AKP ve MHP tarafından yapılan olağan ve ola­ğanüstü itirazlar sonucu verdiği karar­larla gündeme geldi.
On üç günlük olağan itiraz süreci ne­ticesinde YSK, AKP’nin talebi doğrul­tusunda İstanbul’un tüm ilçelerindeki 321 bin geçersiz oy da dahil olmak üze­re 7 ilçedeki tüm oyların tekrar sayıl­masına karar verdi. YSK, çuvallar açıl­dığı gerekçesiyle başlanan sayımın so­nuçlandırılması gerektiğine hükmetti. Oysa 298 sayılı Seçimlerin Temel Hü­kümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 112’nci maddesine göre, “ge­rekçesi ve delili olmayan yazılı itirazlar incelenmez.” Dolayısıyla bir sandıkta yapılan sayım esnasında oyun geçersiz olduğuna ilişkin tutanağa geçmiş bir iti­raz yoksa, itiraz dilekçesinde de başka­ca herhangi bir somut delil ve kanıtla­yıcı belge bulunmadığı takdirde daha sonra seçim kurullarına yapılacak“ge­çersiz oy” itirazlarının dinlenmeme­si ve geçersiz oyların yeniden sayımla­rının da yapılmaması gerekir. Nitekim YSK’nin bugüne kadarki uygulamaları da bu yönde olmuştur (25/06/2018 ta­rih ve 904 sayılı karar).
Yine YSK Başkanı S. Güven; “İtiraz edilmeyen yerlerde mazbatalar verili­yor veya verilme aşamasında” demekle dolaylı yoldan itirazın mazbata verme­ye engel olduğunu vurgulamıştır. Oy­sa 30 Mart 2014 tarihindeki Ankara Bü­yükşehir Belediye Başkanı seçimleri ne­ticesinde M. Gökçek itiraz süreci devam etmesine karşın 5 Nisan tarihinde maz­batasını almıştı. YSK, M. Yavaş’ın itira­zına ilişkin kararını ise 9 Nisan 2014’te vermişti.
YSK, AKP tarafından Büyükçekmece’de seçimin iptali ve ye­nilenmesi talebiyle verilen 9 Nisan 2019 tarihli olağanüstü itiraz başvuru­sunun görüşmesini erteleyerek, siyasi iktidarla birlikte ortak karar alıyormuş izleniminin doğmasına yol açmıştır. Zi­ra Kurul, Büyükçekmece’de verilecek kararın İstanbul seçimini doğrudan il­gilendireceği gerekçesiyle, 11 Nisan’da başvuruyu erteleme kararı almış ve AKP’nin İstanbul için yapacağı ‘olağa­nüstü itiraza’ kapı aralar bir pozisyona düşmüştür.
3. Nihayet OHAL KHK’leri ile kamu görevinden ihraç edilmiş olup da, bele­diye başkanlığı seçimlerini kazananlara mazbatalarının verilmeyerek ikinci en çok oyu alanlara verilmesine ilişkin ka­rarıyla YSK üyeleri, yukarıda belirtilen hukuka aykırı, tutarsız ve öngörülemez kararların da ötesine geçerek kendi gö­rev sınırlarını tümüyle aşmış ve kanu­nun açık hükümlerini uygulamamışlar­dır. Bu karar ile kendisini kanun koyu­cu yerine koyan YSK, görevini kötüye kullanmıştır. Bu tespiti gerekçelendir­mek gerekirse; öncelikle KHK ile ihraç bir OHAL tedbiridir ve ancak OHAL sü­resince geçerlidir. İkincisi, YSK, yasal dayanağı olmayan bir karar alarak, seç­me ve seçilme hakkını ihlal etmiştir. Zi­ra 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Ma­halle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, belediye baş­kanı seçilme ehliyeti konusunda 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesine yollamada bulunmuştur. 2839 sayılı Kanun’un bu maddesinde “kamu hizmetinden yasaklılar”ın seçi­lemeyecekleri belirtilmiştir. Kamu hiz­metinden yasaklılık ise TCK md. 53 ge­reği ancak somut bir suç işlenmesi ha­linde söz konusu olabilecektir. Böylelik­le YSK hiçbir mahkeme kararı olmak­sızın seçme ve seçilme hakkının kulla­nılmasını engellemiştir. Üçüncü olarak adaylıkları YSK tarafından başlangıçta kabul edilmiş bu kişilere mazbataların verilmeyerek ikinci gelen ve çok daha düşük oy almış olanlara mazbatanın ve­rilmesi, “oy verenlerin meşru beklenti­sine” aykırı biçimde seçmen iradesinin hiçe sayılması, en azından yanıltılması anlamına gelecektir.

III. Belediye Başkanı Sıfatının Kazanılması / Seçimlerin

Yenilenmesi İstemleri
1. Belediye başkanı sıfatının huku­ken ne zaman kazanılmış olduğu soru­su da gündemi meşgul etmektedir. Bu konudaki temel düzenleme olan 2972 sayılı Kanun’un, “Belediye başkanlıkla­rına seçilenlerin tespiti” başlıklı 22/2. maddesi şu şekildedir: “Büyükşehir be­lediye başkanı seçimlerine ilişkin ilçe birleştirme tutanakları ilçelerden il se­çim kuruluna gönderilir. İl seçim kuru­lu tarafından bu tutanaklar birleştirile­rek en çok oy alan aday, büyükşehir be­lediye başkanlığına seçilmiş olur.” Ola­ğanüstü itirazı düzenleyen 298 sayı­lı Kanun’un 130/2. maddesinde de bu hükme paralel olarak “tutanağın düzen­lenmesinden” söz edilmektedir.
Bu yasal düzenlemeler gereği il seçim kurulunda “birleştirme tutanağı” hazır­landığında kişi belediye başkanı sıfatı­nı kazanmış olmaktadır. Seçim sonuçla­rına itiraz edilmesi ve bu itirazların se­çim kurullarınca görüşülmesi bu kişiye seçildiğine dair bir tutanak (yani “maz­bata”) verilmesine engel değildir. İ. Ka­boğlu, S. Batum, M. Günday ve S. Kana­doğlu da aynı görüştedirler.
Buna göre E. İmamoğlu, seçim sonuç­larına yapılan itirazlardan bağımsız ola­rak İl Seçim Kurulu’nun “birleştirme tutanağını” hazırlayıp ilan ettiği 1 Ni­san günü itibarıyla “Büyükşehir Beledi­ye Başkanı” sıfatını kazanmıştır ve 298 sayılı Kanun’un 130/2. maddesi uya­rınca bu “tutanağın düzenlenmesinden sonra (7) gün içinde seçimin neticesine müessir olaylar ve haller sebebiyle ya­pılan” olağanüstü itiraz süresi de 8 Ni­san itibarıyla sona ermiştir. Bu durum­da AKP tarafından 17 Nisan günü yapı­lan olağanüstü itiraz, YSK’ce daha esa­sa girmeden süre aşımı nedeniyle red­dedilmeliydi.
2. Esasa ilişkin olarak AKP’nin ola­ğanüstü itiraz gerekçeleri ana hatlarıy­la; listelerdeki usulsüzlükler ile oy hak­kına sahip olmayan kişilerin oy kullan­masına dayandırılmıştır.
Seçim öncesi listelerdeki usulsüz­lük iddialarına ilişkin YSK içtihadı çok açıktır: “Bu bakımdan, itiraza konu olan sandık seçmen listelerinin itiraz üze­rine yeniden alınması ve incelenmesi mümkün değildir. Kesinleşmiş seçmen kütüklerindeki yolsuzluklara ve 298 sa­yılı kanunun 130’uncu maddesinin bi­rinci fıkrasının altıncı bendindeki hük­me dayanılarak mazbatanın veya seçi­min iptali istenemez.” (2014 yılında ve­rilen 3119 sayılı Iğdır kararı.)
YSK’nin basın açıklamasına göre; “Seçmen listeleri Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünce 31 Ocak 2019 tarihi iti­bariyle kesinleştirilmiştir.” Bu durum­da AKP’nin seçmen listelerindeki usul­süzlük iddiaları, seçimin iptaline yol aç­mayacaktır.
Zaten esasa ilişkin olarak 298 sayılı Kanun, olağanüstü itiraz için soyut id­diaları yeterli görmemekte, seçim sonu­cuna etki edecek olay ve durumları ko­nu alan itirazın gerekçe ve delillerinin de gösterilmesini aramaktadır. Dolayı­sıyla oy hakkkına sahip olmayan kişi­lerin oy kullanmasının seçimi iptali so­nucu doğurabilmesi için bu oyların se­çimin sonuçlarına etki edecek düzeyde” olması gerekir.
3. AKP, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptal edilmesi ve yenilenmesi talebini olağanüstü itiraz yanında tam kanunsuzluk nedenine de dayandırmıştır.
Tam kanunsuzluk özellikle vatandaş­lık, yaş, eğitim, mahkûmiyet gibi seçil­me koşullarına dönük bir kavramdır. Bu koşulları belirleyen kanunun em­redici hükümlerine aykırılık, bir süre kaydına bağlı olmaksızın “tutanak ipta­line” yol açabilmektedir.
Tam kanunsuzluk bağlamında AKP’nin itirazları arasında sandık ku­rulları görevlilerinin kamu çalışanı ol­maması (bunların FETÖ’cü yakınları olabileceği şüphesi), bazı sandık birleş­tirme tutanaklarına mühür vurulmama­sı gibi iddialar da yer almaktadır.
Seçim Kanunu’ndaki son değişik­likle sandık kurullarına başkanlık edecek kamu görevlilerinin belirlen­mesinde yetki tamamen mülki idare amirleri ve ilçe seçim kurulu başkan­lıklarındadır. Siyasi partilere de bu lis­teler verilmektedir. Son seçimde bu iş 23 Şubat 2019 günü tamamlanmış­tı. Bu listelere ilişkin itirazların karara bağlanmasının son günü de 2 Mart idi. Zaten YSK da tam bu gerekçeyle İYİ Parti’nin Bursa’nın Mustafakemalpa­şa ilçesinde sandık kurullarının yasa­ya aykırı oluştuğu, bu nedenle seçimin iptal edilmesi istemiyle yaptığı başvu­ruyu reddetmiştir.
Yok hükmünde olması gereken, yapı­lan işlemin kurucu unsurlarını ortadan kaldıran bir tam kanunsuzluktan söz edebilmek için tüm sandık kurulların­daki bütün üyelerin yasal koşulları sağ­lamamış olması gerekir. Fakat bir san­dık kurulunda sadece bir üyenin dev­let memuru olmaması durumunda tam kanunsuzluk oluşmaz, çünkü seçim so­nuçlarının doğruluğu, diğer sandık gö­revlilerinin imzalarıyla onaylanmış du­rumdadır.
Mühür eksikliği gibi iddialar da seç­men iradesini etkileyerek seçimlerin sonuçlandırılmasını engeleyecek nite­likte bir usulsüzlük oluşturmayacağın­dan tam kanunsuzluk olarak nitelendi­rilemez.

IV. Sonuç
Serbest seçim hakkı, bu hakkın ko­runması kapsamında seçim güven­liğinin sağlanmasına özel önem ver­mekteyse de YSK’nin uygulamaları, seçim güvenliğini sağlamaktan büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Salt hukuksal değerlendirmelere yer verilen bu ya­zı bir siyasi tespit ve temenniyle son­landırılabilir;
Türkiye’de hükümet sistemi deği­şikliği yürürlüğe girdikten sonra ya­pılan ilk seçim olma özelliğini taşıyan 31 Mart yerel seçimleri, Cumhur İtti­fakı karşısında muhalefetin önemli bir başarıya imza attığını gösterdi. İstan­bul, Ankara ve İzmir büyükşehir be­lediyelerinin de Millet İttifakı’nın eli­ne geçmesiyle sağlanan bu başarı, MHP Genel Başkanı’nın haklı olarak belirt­tiği gibi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tartışmaya açabilir”.

PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU
Girne Üniversitesi Anayasa Hukuku


 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları