Öner Yağcı

Bir yaşama kültürü

08 Haziran 2019 Cumartesi

Yarım yüzyılı geçiyor. Tokat İlköğretmen Okulu’nda öğrenciydim. Edebiyat öğretmenimiz derste Türkçedeki “ulama”yı anlatabilmek için şairinin adını söylemeden bir dörtlüğü örnek vermişti. “Bahar akşamları”nın “Baha-rakşamları”na dönüşmesini “ulama”ya örnek olarak bu dizelerle göstermişti. Umudun ve direncin bu dizeleri çarpmıştı beni. Ezberlemiştim o zamanlar, hâlâ unutmadım:
“Biz demir parmaklıklardan seyrettik/ Bizden sonra gelenler/ Asma bahçelerinden seyredecekler/ Yaz sabahlarını, bahar akşamlarını.”
Büyüleyen yeni şiirleriyle buluştukça bir büyük şairi, Nâzım Hikmet’i tanımış olmanın insanı insan kıldığını anlamaya başlamıştım. Salkım Söğüt, Kerem Gibi, Davet, Mahpushanede Yatacak Olanlara Bazı Öğütler, Türk Köylüsü, Memleketimi Seviyorum gibi birçok şiiri benim ve kuşağımdaki birçok insanın dilinden düşmez olmuştu.

Anadolu’da ’68
Bir iki yıl sonraydı. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün devrimci öğrencilerinden biriydim. Havva Ana’ya “dünkü çocuk” diyen ve “Beşikler vermişim Nuh’a” dizesiyle başlayan bir şiir, Ahmed Arif’in şiiri, mutlaka ezberlemeliyim dedirtmişti bana.
Fukaralıktan utanan, yalnızlıktan yakınan, binlerce yıldır sağıldığını ve korkunç atlıların sabah uykularını parçaladığını söyleyen Anadolu, kendisini anlatıyordu bu şiirde. Haraç salan hiçbir egemene boyun bükmediğini, hepsine direndiğini söylüyordu. “Öyle yıkma kendini” diyordu, “mahzun ve garip” kalma. “Nerede olursan ol...” fırsatçının, fesatçının, hayının, celladın “Yürü üstüne üstüne!.. Tükür yüzüne!” diyordu. “Kitap ile, iş ile, tırnak ile, düş ile, umut ile, sevda ile, düş ile” dayanmamızı söylüyordu. “Umudum sende” diyordu.
Biz de yeni yeni insanlığın tüm dünyada fukaralığı yenme savaşımının ne olduğunu anlamaya çalışan gençlerdik. Anadolu şiirinin başköşeye yerleşmesi boşuna değildi. Biz, umuttuk çünkü, Anadolu’nun, dünyanın, insanlığın umuduyduk: “Dünyadan, memleketinden, insandan/ Umudun kesik değil diye...”
Şiirleşiyordu yaşamımız ve memleket sevdamız. Hasan Hüseyin’le Kızılırmak’laşıyor, Ruhi Su ile, Mahzuni’yle, İhsani’yle türküleşiyorduk. Su gibi okuyorduk insanlığın özgürlük kitaplarını. Vietnam’la, Latin Amerika’yla, Afrika’yla çarpıyordu yüreğimiz. “Atatürk geliyor!” diye bağırıyorduk ellerimizde bayraklar. “Tam bağımsız Türkiye! Gün doğdu hep uyandık...” diyorduk...

Cumhuriyetin çocukları
Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Cumhuriyetin çocuklarıydık. Öğreniyorduk ki, bağrında yaşayan insanları padişah kulu, şeyh kölesi, ağa marabası, bey uşağı olmaktan kurtarıp insanlaştıran bir Cumhuriyet miras bırakılmıştı bize. Bu mirası omuzlayıp, kendilerini insan kılan Cumhuriyete olan gönül borçlarını son soluklarına kadar ödeyen bir kuşağın çocukları, öğrencileriydik ve büyüklerimiz, öğretmenlerimiz bizi bu bilinçle donatma yarışındaydılar.
Biz ki ustasıyız vatan sevmenin/ Umut, saklımızda ölümsüz bayrak...” diyerek bu yarışa katılan bizler, binlerce yıldır sürmekte olan insan olma savaşımının doruğuna ulaşmış bir toprağının en şanslı çocuklarıydık. Şanslı çocuklardık, dünyanın kültürüyle buluşuyorduk, tarihin dehlizlerinde günün derinliklerinde kulaç atarak coşuyorduk. “Ya özgür vatan ya ölüm!” deyişiyle dünya devrimcileriyle bütünleşen bir sevda idi bizi tutuşturan...
Dünyanın dört bir yanından Che gibi, Ho Amca gibi, Lumumba gibi destan kahramanları doğarken Kuvayi Milliye ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yarattığı yaşama kültürü, Cumhuriyet Devrimleriyle, eğitimle, Köy Enstitüleriyle, halkevleriyle kendi çocuklarını yaratmıştı.
Anadolu’nun umudu çoğalmıştı…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları