Birbiriyle Konuşan Türkiye!

25 Kasım 2014 Salı

12 Eylül gölgesinin devam ettiği 1980’li yılların ikinci yarısında siyaset diline yerleşen sloganlardan biri şuydu:
Konuşan Türkiye!
12 Eylül, sosyalist sola deyim yerindeyse siyanürlü darbe, merkez sola ağır bir darbe, merkez sağ yelpazeye ise “düşüncelerinizi iktidara taşıyoruz ama sizi bir süre siyasetin dışında tutacağız” tasfiyesi olarak etkinliğini sürdürürken buna karşı çıkmak kolay iş değildi. 1983 seçimleriyle yeni bir parlamento oluşmuş olsa da, sağdan ve soldan pek çok partinin seçime katılmasının yasaklanması Meclis’in meşruiyetini etkilemişti. Bu durum, “parlamento dışı muhalefet” kavramını da beraberinde getirmişti.
Konuşan Türkiye sloganı da yasaklara karşı olan tüm kesimlerin katıldığı bir istem olarak yükselmişti.

***

Slogan bugün de güncel. Zira iktidar sadece kendisinin ve kendisi gibi düşünenlerin konuşmasından yana, halkın da dinlemesinden yana. “Dinleyen Türkiye” istiyor.
İktidar gibi düşünmeyenler konuştuğunda, sesini yükselttiğinde darbecilikten hainliğe kadar her türlü suçlamayla karşı karşıya kalıyor.
Bugün, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış konular dikkate alındığında bu sloganı bir doz daha ileri götürmek gerekiyor:
Birbiriyle konuşan Türkiye!
İktidarın her türlü baskısına karşın, korku imparatorluğunda gedikler açıldı. İşte bu aşamada insanların sadece kendisi gibi düşünenlerle kümelenip konuşması, sorunlarımızı çözmek için yeterli değil. Hedefi tam olarak örtüşmese bile bugünkü AKP iktidarının ülkeyi götürdüğü karanlığa karşı olan kesimlerin diyalog kurabilmesi önemli.

***

İktidar, tarihten toplumsal bir ittifak değil, her türlü nifak çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyor. Son 100 yılı kendi bakış açısına göre yeniden yazacağını da her fırsatta dile getiriyor.
Böyle bir ortamda 20. yüzyıl tarihinin 21. yüzyıla aklın ve bilimin ışığında aktarılması ayrıca önem taşıyor. Bunu yaparken de insanların birbiriyle konuşabilmesi, daha iyi bir gelecek kurmanın önemli bir zemini. Bu kaygıyla düzenlenen 100. Yılında 1. Dünya Savaşı Sempozyumu değişik bakış açılarıyla haber oldu. 14-15 Kasım’daki sempozyumun konuşmacıları program akışına göre şöyleydi:
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Feroz Ahmad, Prof. Talat Halman (aynı zamanda Prof. Dr. Halil İnalcık’ın bildirisini okudu), Prof. Dr. Norman Stone, Prof. Dr. Sina Akşin, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Prof. Dr. Hasan Köni, gazeteci Hüsnü Mahalli, Büyükelçi Onur Gökçe, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Doç. Dr. Hakkı Uyar, Dr. Murat Şiviloğlu, yazar Ayşe Hür, Prof. Dr. Murat Belge, torunlar anlatıyor bölümünde de Fevzi Çakmak, Hayri İnönü, Osman Mayatepek (Enver Paşa’nın torunu), Pınar Feyzioğlu Akkoyunlu (Kâzım Karabekir’in torunu).
18 konuşmacıdan 2’si, Hür ve Prof. Belge farklı düşünen bir yapıdaydı, böylece bir sempozyum zemininde birbirimizle konuşma iklimi yaratılabilir miydi?
Amaç bir düşüncenin ötekini yenmesi ya da bir düşüncenin dayatılması değildi. Sadece tarihin gerçek bilgilerle bugüne taşınmasıydı.
Hür’ün konuşmasının ardından söz alan Mayatepek, dedesi Enver Paşa ile ilgili bilgi yanlışlığına dikkat çekince Hür söz aldı. Aynen şunu söyledi:
“O bilgiyi ben yanlış almışım, Mayatepek haklı, özür dilerim...”
Farkındayım... Zor olanı öneriyorum...
Ama birbirimizle konuşamazsak, kendimizle de konuşamayacağımız bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz.
AKP’nin medya diliyle söylemek gerekirse “çok kanallı tekseslilik” dayatmasına karşı bunu öneriyorum:
Birbiriyle konuşan Türkiye!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

31 Mart başlangıcı! 9 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları