Geleceğe yatırım

28 Kasım 2014 Cuma

Heykel sanatıyla Mimariyi buluşturan Bilbao Guggenheim Müzesi

Ne yapsam boşuna. Cehalet ve gericiliğin, ayırımcılığın ve buyurganlığın sesi her neredeyseniz sizi buluyor. Bilbao’dayım. Ve dün sizinle paylaştığım MÖ ve MS (müze öncesi ve müze sonrası) yazımı sürdürmek kararlılığındayım. Gelin görün ki kadın erkek eşit değildir söyleminin kahredici zavallılığı ve kışkırtıcılığı karşısında ben neden söz ediyorum diye kendime sormaktan da geri kalmıyorum. Bu çarpık zihniyet ve söylemle beş yıl önce, sekiz yıl önce karşılaştığımızda, evet efendim, elbet efendim, yetmez ama haklısınız efendim diyenler, şimdi neden tepinip duruyor hiç anlamış değilim.
Dün bıraktığım yerden devam ediyorum. Bilbao’dayım. (Bir açıklama: Geçen yaz başı bir ilan gördüm: THY’nin bir kampanyası vardı. Yirmi kadar kente ölü mevsimde gidiş geliş 65 Avro’ya bilet satıyorlardı. O tarihte bu fiyata İzmir’e bile uçamazdınız. Listeye baktım. Bilbao’yu görünce tamam dedim. Gecikmiş de olsam, sonunda şu anlı şanlı müzeyi görebilecektim.)

Heykel gibi mimari
Mimar Frank Ghery anıtsal işlere imza atan, heykel sanatıyla mimariyi kaynaştıran, yapılarını kendi deyişiyle “pencereli heykeller” diye tanımlayan, inşaattan çok felsefi kavramlarla hesaplaşan, kavramları ve düşünce biçimlerini zorlayan bir sanatçı.
Bilbao’da Guggenheim Müzesi’ne nereden yaklaşırsanız karşınıza farklı bir görünüm çıkıyor. Fotoğraflarını bin kez görmüş olsam bile gözlerime inanamadım. Çarpıcıydı! Olağanüstüydü! İnsanı şaşkına çeviriyordu. Dev bir gemiye benziyordu. Uzay gemisine.... Hayır birbiriyle yarışan yelkenlilere benziyordu. Dörtnala nehre doğru koşan atlara benziyordu. Denize ulaşmaya çalışan dev dalgalara benziyordu. Rüzgâra benziyordu. Hayır bunların hiç birine değil, sadece kendisine benziyordu.
Yapı, nehir kıyısına öyle bir oturtulmuştu ki ona farklı yollardan ulaşabiliyordunuz. Tüm çevre düzenlemesi sizi içeri çağırıyordu. Ve yapıya hangi açıdan bakarsanız adeta farklı bir tokat yiyordunuz.
Müzenin yapımında mimar birbirinden çok farklı malzemeleri müthiş bir bütünlük içinde kullanmıştı.. Ama çarpıcı malzeme hiç kuşkusuz titanyum kaplamaydı. Gümüş renkli, aldığı ışığı yansıtan, günbatımında kızıla, bakır rengine ya da altın sarısına dönüşen, nehirdeki dalgalanmaları bir ayna gibi yansıtan, sanki tüy hafifliğinde gibi adeta “dans eden” titanyum ... Cam, ahşap, çelik ve o yörenin kumtaşı, kullandığı öteki malzemeler...
Frank Ghery ilk kez bu yapıda paslanmaz çelikle titanyumu bir arada kullanırken Bilbao’nun sanayi geçmişine de bir selam yolluyor, geçmişe saygıyla geleceğe yöneliyordu.

Müzenin içinde
Müzenin girişindeki alan beş bin metrekare. Sanki bir amfitiyatro gibi sizi içeri yönlendiriyor. Bu alanın adı plaza de Jose Maria Aquirre. Müzenin resmi açılışından birkaç gün önce ETA’nın bombalı saldırısını engelleyen güvenlik görevlisi orada vurulmuş. Bask yerel yönetimi meydana görevlinin adını verdi.
Müzenin çevresi de sanat eserleriyle dolu. Louis Bourgeois’nın dev örümceği, Jeff Koons’un her mevsim farklı çiçek açan köpek heykeli bunlardan kimileri... Çevresindeki sanat eserlerini inceledikten, farklı yükseltilerden inip çıktıktan, nehirden gelip su heykelleri oluşturan havuzlarla oyalandıktan sonra içeri girdiğinizde bir başka tokat yiyorsunuz. İçeride önce o devasa yükseklik başınızı döndürüyor... Dışarının en yüksek kulesinin tüm görkemi içeri girdiğiniz anda sizi karşılıyor. Ama sonra ortadaki o boşluk, çeşitli geçitler, merdivenler, köprüler, asansörlerle sizi farklı galerilere, salonlara, sakin köşelere yönlendiriyor.
Dışarının baş döndürücü devingenliği ve çeşitliliği, içerinin sessizliği ve dinginliğiyle muhteşem bir uyum sağlıyor.
Açıldığı 1997’den bu yana Guggenheim Müzesi’nin 24 bin metrekarelik kullanılabilir alanı sürekli değişen sergilerle dünyanın tüm ilgisini çekmeyi başarıyor...
Bilbao’ya uçmadan önce gazetemizde Nilgün Cerrahoğlu’nun Katalonya ve bağımsızlık yazılarını okuyordum. Bask bölgesinin en büyük şehri Bilbao da o yolda ilerliyor. “Belki zaman alacak ama bir gün mutlaka” diyerek o gün gelinceye dek geleceğe yatırımı sürdürüyorlar. Üstelik Katalanlardan farklı olarak iki özelliklerini her fırsatta vurguluyorlar: Bask milleti İberya’nın en çalışkanlarıdır. Basklarda asla yolsuzluk yapılmadı ve yapılmaz.

NOT: Dünkü yazımda Japon mimar Arata İsozaki adı yanlış yazılmıştır; düzeltir, özür dilerim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları