Taş Atan Küçücük Bir Çocuk...

01 Şubat 2015 Pazar

Günlerdir aynı görüntüler gelip beni buluyor. 12 yaşında fırlama bir oğlan çocuğu, geniş bir arazide, arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Koşturup duruyorlar, yer Cizre, çocukların tepelerinden geçen jet seslerini ezan sesinden daha çok duydukları bir toprak parçası. Çocukların kül kedisi, kurbağa prens masallarıyla değil, dağa çıkan ağabeylerinin, devlet tarafından öldürülen babalarının hikâyeleriyle büyüdükleri sokakların sokak, caddelerin cadde olmadığı bir yer!
Çocukların doğum günlerini bilmedikleri, karne aldıklarında ödüllendirilmedikleri, kardeşlerin birbirinin küçülmüş eskileriyle okula gittikleri, öğretmenlerin sürekli çocuklara “neden üşüyorsun” diye sorduğu bir yer. “Çünkü öğretmenim, ayağımdaki ayakkabı yazlık, karda çok su çekiyor.”
Resim defterlerinin, çiçeklerle, böceklerle doldurulmadığı, en büyük hayalin, spor BİR ayakkabı olduğu bir yer!
Çocukların ellerinde akıllı telefonlarla birbirlerine caka satmadığı, tabletlerle dolaşmadıkları bir yer. (Bu satırların yazarı, Rojava’ya gittiğinde, Rojavalılar kaçağa çıkan ve devlet tarafından bombalanarak öldürülen çocukların bilgisayar taksitlerini ödemek için yollara düştüğünü anlatmışlardı. Bilgisayar taksitini ödemek için!)
Orası öyle bir yer. Orada çocuklar küçük yaşta ölümü öğrenirler. Babaları, ağabeyleri, amcaları bir gün yok oluverirler. Ağıda duran analarının, kız kardeşlerinin yüzlerine dikkatle bakarlar. Korkuyla ağıtların sözlerini anlamaya çalışırlar. İçleri ürperir, birden kendilerini yok olanların yerine koyarlar. Ölüm işte böyle bir şeydir, birden yok olmak.
Orada, bayramlar bayram değildir. Çünkü bayramlarda çocuklara bir şeyler almak gerekir. Ama babaların ceplerinde rahatça harcayacakları paraları yoktur. Babalar, bir köşeye çekilip, o eski mutlu günleri düşünürler. Artık yanmış yıkılmış evlerin harap görüntüsünün iç kararttığı eski köylerini hasretle anarlar. Geniş çayırlarda keyifle otlanan koyunlarını düşünürler, zıplayıp hoplayan köpeklerini düşünürler. Bir kıyım gelmiş, onları o topraklardan sürmüştür, hiç bilmedikleri başka bir toprağa. O toprakta işleyecek tarla, otlatılacak koyun yoktur. Tüm bildiklerini unutmak zorundadırlar. Yapacak hiçbir iş yoktur. Seyyar satıcılık mı? Kaçak mı?
O topraklarda çocuklar bayramlarda başka mahallelere, evlerin daha güzel, dükkânların daha albenili olduğu mahallelere giderler. Televizyonda görmüşlerdir, toplu halde ortaklaşa bir saç jölesi alıp saçlarına caddeye yakışır bir hava vermeye çalışırlar. Biraz büyükler babaların kaçak sigaralarından bir paket alıverirler. Ceplerinde biraz para caddelere dalarlar. O caddelerde herkes çok mutludur, herkes güler. Kendi yaşlarındaki çocuklar, pipetle meyve suyu içerler...Onlar da ceplerindeki parayı hesap edip, bir kafeye otururlar. Deli gibi heyecanlıdırlar, birer meyve suyu söylerler, sonra içlerinden biri paketi çıkarır, hepsi kırk yıllık tiryakiymişçesine birer sigara tüttürürler.
Sonra evlerine dönerler ama yaşadıkları mahallelerde bayramda bile TOMA’lar su sıkmaya hazır beklerler, polis arabaları o mahallelerden hiç eksik olmaz. O çocukların oynamayı en sevdiği oyun, sıra sıra bekleyen polis arabalarına taş atmaktır. Çünkü en ucuz oyuncak taştır. Kim isabet ettirecek? Bitmek bilmeyen bir oyundur.
Ve birden polis arabalarının oradan atılan bir fişek, bir kurşun oyunu bitiriverir. İçlerinden biri toprağa düşmüştür. Taşlarla oyun oynamaya çalışan bir çocuk hayatını yitirmiştir. Onlardan birinin adı, Nihat Ka-zanhan, henüz 12 yaşında, bir polis kurşunuyla öldü. O tek değil, Mazlum Akay, Doğan Teyboğa, Umut Furkan Akçil, Ahmet İmre, Enver Turan, Canan Saldık, Birem Basan, Oğuzcan Akyürek, İzzettinBoz, Mehmet Nuri, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz... 1988’den bu yana devletin öldürdüğü çocuklardan birkaçı... Sorumluların çoğu yargılanmadı, ceza almadı. İHD Diyarbakır’ın hazırladığı “2012 yılı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kapsayan Çocukların Yaşam Haklarına Yönelik İhlaller” raporuna göre, 1988-2013 arasındaki dönemde çatışmalı süreç nedeniyle 569 çocuk yaşamını yitirdi.
Bu dehşet tabloya 2014’te en az yirmi çocuk eklendi. Devlet bu ölümlere öyle kayıtsız ki, Gezi olayları sırasında öldürülen Berkin Elvan’ın katilleri belli olduğu halde bir türlü mahkeme başlayamadı. Verilen kararlarda da hâkimler suçluları (iyi hali bahane ederek),azcezayla kurtarmak için birbirleriyle yarışa giriyorlar.Şimdi ben o hâkimlere soruyorum:
“Neden?.. Ve siz geceleri uyuyabiliyor musunuz? Taş atan küçücük bir çocuk hiç mi rüyanıza girmiyor?”
Not: Ezbere bildiğim birkaç şiirden biri olan ve ne zaman okusam beni ağlatan “Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim...” dizelerinin yer aldığı o güzelim şiiri yazan ve pek çok güzel ve acı anıyı bu topraklarda birlikte yaşadığımız, arkadaşım Sevgili AtaolBehramoğlu’nun ellinci sanat yılı coşkuyla kutlandı. Nice yıllara Ataol, hadi bir şiir söyle…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları