Olaylar Ve Görüşler

Anzak Şafağı Çözümü

24 Nisan 2015 Cuma

Osmanlı’nın devamı iddiasındaki Yeni Türkiye’nin yöneticilerinin, 24 Nisan’a alınan ‘Anzak Şafağı’nda, tehcire uğrayan bir halkın yaralarına sırtını dönmemeleri gerekmez mi?

15 Mart 1921’de bir Ermeni militan tarafından Berlin’de öldürülen, İttihat ve Terakki önderlerinden Talat Paşa Hükümeti’nin Osmanlı Devleti adına 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkardığı “Tehcir Kanunu” günümüzde yaşanmakta olan “Ermeni soykırımı” iddialarına dayanak oluşturmaktadır.

İlgili kanun
Kanun: “Ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş sırasında hükümetin emirlerine, ülkenin savunmasına ve huzurun korunmasına karşı çıkanlara, silahlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askeri önlem alma, tecavüz ve direniş sırasında isyancıları yok etme, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân ettirme” yetkisi verdi.

BM’nin soykırım tanımı
BM Soykırımı: “Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubun toptan ya da onun bir bölümünün yok etmek niyetiyle öldürülmesi; fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi; fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümünün yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması” olarak tanımlamaktadır.

Tavır ne olmalı?
Papa Francesco, AP veya tehciri soykırım olarak tanıyan hükümet ve devletlerin karşısında, Türkiye Cumhuriyeti’nin alabileceği tavır ve aksi görüş, arabesk kültürümüzün dışında olmalıdır.
Öfke patlamaları, protestolar ya da “Benim ülkemde yüz şu kadar bin Ermeni var” söyleminin dışında geniş bir bakış açısı gerekmektedir.
BM’nin bu tanımı ile Talat Paşa hükümetinin çıkardığı kanun karşılaştırıldığında, açık bir soykırım gerçekleştirildiğini söyleyen ve kabul eden ülkeler, Ermeni lobisinin iddialarını doğrulamaktadırlar.

Mecburi tehcir
1914 tarihinde Rusya, Doğu Anadolu’dan Osmanlı Devleti sınırlarını işgal edince, bir kısım Ermeni halkın isyan hareketi de başladı.
Ordusu cephede olan Osmanlı Devleti tarafından “Ermeni İsyanı” olarak adlandırılan kaosun önlenemez duruma gelmesiyle beraber, 5 Temmuz 1915 tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Musul vilayetleriyle “Adana Terk Edilmiş Mallar Komisyonu” başkanlığına emir gönderilerek, Ermenilerin yerleştirilmesi için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirildi.

Tehcirin acı sonucu
Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki Müslüman nüfusun yüzde on oranını geçmeyecek şekilde belirlenmesi de önkoşuldu!
Bu tehcirin sonucunda ister asimile diyelim, ister “Büyük Felaket”, can kayıplarının yaşandığı inkâr edilemez.

Ermeni lobisi...
İç Güvenlik Yasası, internet denetimi, sosyal medya sitelerinin erişime yasaklanması, sansür, Gezi Parkı eylemlerindeki talepleri görmezden gelip insanları kutuplaştırmak, mezhep ağırlıklı siyaset gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne rağmen aldığı kararlar, Ermeni lobisinin elini dünya kamuoyunda güçlendirdi.
Yönetim şeklinin sancısını çekmekte olan Türkiye’nin “başkanlık” sistemi adı altında otoriter rejime kayarak, AB kriterlerinden uzaklaşması, Ermeni tezlerinin öncelik kazanmasına neden oldu. Demokrasiyi içselleştiremediğimiz ve dünyaya mezhepsel/ yalnızlaşan milliyetçilik gözlükleriyle baktığımız sürece, tarihin uygulanmasını zorunlu hale getirdiği tehcirin karşısında her zaman suçlu görüleceğiz!
“Anzak Günü” adı verilen, Avusturyalıların, Yeni Zelandalıların ve Türklerin son şafağı 25 Nisan 1915 tarihi aslında bir yas tutmadır; fakat “sözde 24 Nisan Ermeni Soykırımı”nın 100. yılına karşı Yeni Türkiye’nin toplum mühendisleri, Çanakkale’de her yıl 25 Nisan’da tekrarlanmakta olan anmayı bir gün öne çekip, çakıştırarak siyasi bir ironi yarattı. Bu ironi, Türkiye’yi dünya gözünde inkârcı politikalar izleyen bir ülke konumuna getirdi! Dünyayı bu siyasi uygulamayla kutuplaştırabilmek Türkiye’deki kadar kolay olmayacaktır.

‘Ermeni Şafağı’
Soykırımda ısrar edenlerin karşısında yapabileceğimiz tek etki, yeni bir “Ermeni Şafağı” doğurmak olacaktır. 24 Nisan’da yapılması gereken: Bu şafağın ilk ışıklarında barışa, kardeşliğe, akrabalığa merhaba denilmelidir.
Osmanlı’nın devamı iddiasındaki Yeni Türkiye’nin yöneticileri, 24 Nisan’a alınan “Anzak Şafağı”nda tehcire uğrayan bir halkın çığlıklarına ve yaralarına sırtını dönebilecek mi? Doğru olan, üstünü örtmeye çalıştığımız acılara tuz basma cesaretini gösterebilmek değil midir?  

BAYRAM SARI Yazar

 

-

 

Siyasal Bürokrasi Tıkanıyor mu?

 

Demokrasinin her zaman liberal bir açılıma ihtiyaç duyduğu veya beraberinde getireceği günümüzün büyük önyargılarından biridir.

Tarih bize her seferinde tersini göstermesine karşın, liberaller sadece çoğulculuğa, çokkültürlülüğe dayanan temsilde uzlaşmanın demokrasi için yeterli olacağını sanmıştır.
Oysa mesele sahici karşıtlıkların üzerinde kurulması gereken, değişen ve dönüştüren bir yapıyı kurabilmektir. Yoksa siyaset bir bürokratik tahakküme, yönetim sermayenin oligarşik network’üne, örgütler ise bir taktik oyuna indirgenir.

AKP’nin devlet çözümlemesi


Bizzat devletin liberal boşaltılması ise Polanyi’nin de altını çizdiği gibi, apayrı devasa bir mekanizma gerektirmekte, devleti çözerken ayrı bir devlete gereksinme duyulmaktadır. AKP’nin eski devleti çözerken ondan daha büyük bir devlet yaratması- nın nedeni budur. Aday adayı sayısının 6 bin 223 olması artık bir siyasal pratiği değil, geniş bir aygıta eklemlenme hamlesidir.
CHP tuzağa düşüyor


İş bununla kalsa iyi, CHP de bu hegemonik yapı karşısında kendi bürokrasisinde ısrar ederek tuzağa düşmektedir. Bu, sol adına olmazsa olmaz olan dönüştürücü bir söylemden ve yenilenen kadroların dinamiğinden kendini vareste tutmak demektir.

Demokrasi anlayışı

Oysa demokrasi sistemik veya sosyo-ekonomik hatta kültürel anlamda dışarıda kalanların içeri doğru yürümelerini sağlayan ve dengeleyen büyük sürecin adıdır. O yüzden mutlak form olarak değil, tamamlanmaya aday bir durum olarak gücü- nü alır. Demokrasi ekonomik ve idari hayatın dayattığı eşitliksizliklere karşı bir tür kontr-garanti olarak siyasal pratik ile çalışan sistemin adıdır. Antik Yunan demokrasilerinde, ekonomik ve idari hayatın yarattığı adaletsizlik ve kayırmacılıklara karşı herkesin bir kez yönetici olabileceği bir kura sistemi uygulanıyordu. Bin yıllar sonra bakıldığında hiç de mantıksız sayılmayacak bir uygulamaydı bu esasında.

Güç kayıpları
Siyasetin varlık nedeni her zaman kimliksel, demografik, sosyo-ekonomik eşitsizliklerden mustarip olan kesimlerin ve temsilcilerinin hak ve taleplerini aramaktır. Bu da hep aynı hak ve taleplerle, hep aynı kadrolarla giderek dönüştürücü gücünü kaybeden siyasal düşüncelerin tekrarı ile olmaz.
Türkiye’de siyasal bürokrasi bir tıkanma evresine girmiş, toplumsal taleplere cevap veremez olmuştur. Üstelik bu kez tıkanma siyasal mücadelenin iradesi ile aşılmak zorundadır. Sağlıklı olan budur.

Kürt hareketi


Dışarıdan içeri doğru yürümenin anahtarı bu kez HDP ve Kürt hareketinde durmaktadır, bunu aşabilecek, yeni olanı içeri yürütebilecek midir? Bu başarılırsa BHH ve ÖDP gibi hareketler için moral üstünlük, CHP gibi büyük örgütler için değişimin tetiklenme anı olacaktır. Türkiye için tek umut, bu birleşimin yeni bir vicdani sözleşme üzerine, bir siyasal vaade dönmesidir. Türkiye adına barış süreci kadar önemli olan an burasıdır, çünkü ikincisinin güvencesi de bu ittifak olacaktır.  

Ö. İSKENDER ÖZTURANLI Toplumcu Düşünce Enstitüsü, Y.K. Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları