Yüzleşmek Deyince…

25 Nisan 2015 Cumartesi

Sömürgecilik bilançosu için Cezayir’den özür dilemesi istendiğinde Fransa’nın cumhurbaşkanı Sarkozy açık ve net; “Babalarının hatalarından çocuklar sorumlu tutulamaz” demişti.
Türkiye’nin de yıllar önce yapması gereken buydu.
“Ermeni meselesi”nin ısıtıldığı kırk yıl içinde Türkiye neden bunu yapmadı; “babalar” ve “çocuklar” arasına neden çizgi çekmedi ve neden “T.C., kuruluşundan önceki hatalı politikalardan sorumlu tutulamaz!” demeyi beceremedi bilmiyorum.
Bu yapılsaydı, bugünkü tırmanışın önü kesilebilirdi.
Ama şimdi işler artık bu noktaya geldikten sonra “soykırım”ı tanımaktan başka hiçbir şey; “geçmişle yüzleşmek adına” yeterli görülmeyecek; tabiri caizse “kesmeyecek”tir.

Toprak taleplerine atıf
Papa’sından Putin’ine, Avrupa Parlamentosu’na dek uluslararası sistemin iri aktörleri Türkiye’nin önüne “soykırım dosyası”nı koyuyor.

“Korkmayın. Adı ne olursa olsun tarihin bu kara sayfasıyla yüzleşin!” demek kolay.
Uluslararası sistemin Türkiye’den bundan böyle beklediği şey ne ki bu “kara sayfayla kendi meşrebine göre yüzleşmesi” değil; adı, sanı ve beraberindeki sonuçlarıyla birlikte “soykırım”la yüzleşmesidir.
“Soykırımla yüzleşme ardından tazminat ve toprak talepleri” gelmeyeceği beklentisi, ne yazık ki gerçekçi değil…
Arman Grigoryan isimli bir Ermeni uzmanın geçende Washington Post’ta yazısı (17 Nisan) vardı. 1991-93 yıllarında Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’nda görev alan bir akademisyen kendisi. Kısaca devleti de tanıyor.
Somut, ayakları yere basan bir yaklaşımla ele alınan yazı “Türkiye’den tam olarak ne istediğimize karar vermemiz lazım” diyerek ekliyordu:
“Diyasporanın bazı en önemli Ermeni örgütlerinin açık biçimde revizyonist ideolojiyi benimsediği sır değildir. Bu örgütler indinde dünyanın ve Türkiye’nin soykırımı tanıması sadece bir ilk adımdır. Ardından sıra atalarımızın topraklarını istemeye ve Türkiye’nin doğusunun bazı bölümlerinde egemenlik kurmaya gelecektir. Bu örgütlerden gelen baskılarla Ermenistan hükümeti dahi, soykırımın 100. yılı deklarasyonunda söz konusu taleplere atıf yapmakta karar kılmıştır. Mevcut statükoyu tanımlayan uluslararası hukuk ve anlaşmalar gibi karmaşık konular bir yana bırakılsa bile, bu gibi talepler ortada oldukça, Türk devleti (soykırımı) tanıma konusundaki tavrını yumuşatmayacaktır. O nedenle istediğimiz eğer (soykırımın) tanınmasıysa -ki bence öncelik bu olmalı-; (diğer) taleplerden vazgeçmeliyiz.”
Ermeni yazarlar uluslararası yayın organlarında bunları bu şekilde harbiden yazıp çizerken, bizim “yok böyle tehditler!” dememiz mezarlıktan ıslık çalarak geçmeye benziyor.

Kaç günde unutacağız?
Gerçekçi olmakta yarar var. Başımıza ne geldiyse, gerçekçi ve hazırlıklı olmamaktan geldi.
Tsunami gibi büyüyen Ermeni sorunu karşısında yıllarca kafamızı kuma gömdük. Gelenek olduğu üzere günü kurtarmakla yetindik.
Kimileri, kafayı hâlâ kumda tutmayı yeğleyip “arşiv”den medet umuyor. Olayın tamamen siyasileştiği bu anda hâlâ “arşiv açmak”tan bahsediyor; tarihçileri konuşturmaktan dem vuruyorlar.
Kimileri de beri uçta “yüzleşelim!” diyor.
Bu çağrıları yapanlar; ilk adımın ardından gelecek ikinci, üçüncü adımları hesaplıyor mu?
Diyaspora 100. yıl satrancına; “kilise”sinden… “Avrupa parlementosu”na… bütün hamleleri ince ince hesap ederek geldi.
Bu konuda kendilerine şapka çıkartmamak olanaksız!
Bizler ise….
Şu birkaç sıcak gün geçsin…
Tepemizde Demokles’in kılıcı gibi ilelebet sallanacak olan bu yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal davayı yeniden uykuya yatırıp seçim telaşına gireceğiz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları