31 Mart’ın bahsi

07 Nisan 2024 Pazar

“Muhalefetin geçen yılki başarısızlığı ile bu yılki zaferi arasındaki fark, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde popülaritesini hala korumakta olan Erdoğan’ın karşısına fazla mütevazı ve neredeyse anadan doğma bir hep kaybedenin cisim bulmuşunun çıkmasıydı….”

İtalya’da 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını ilk sayfadan iki başyazarın analizi ile sunan Repubblica gazetesinin coşkusu, karikatürlerine kadar yansıyor.

Çizer Ellekappa Türk bayrağının üzerindeki yıldızı örneğin “kalbe” dönüştürmüş!

2 Nisan nüshasının gene Biani imzalı karikatürü de, kırmızı fon üzerindeki ay yıldızı hafifçe sol üste doğru kaydırmış.

Ay-yıldıza uzanan bir tahta merdivenin üst basamağında bir kız çocuğu göze çarpıyor….

Ay yıldıza erişmeye çalışan küçük kız, Mikelanj’ın “Adem’in Yaratılışı” tablosundaki gibi tıpkı, göğe erişircesine adeta parmağının ucuyla Türk bayrağının yıldızına dokunuyor.

Türkiye’nin ilerici ve laik ruhuna gönderme yapan, duygudaş ve çok candan, can karikatürler bunlar.

Girişte alıntıladığım satırlar ise Repubblica’nın etkili jeostrateji analistlerinden Lucio Caracciolo’ya ait.

Yazı “Ülkenin laiklik ve haklar üzerinde bölünmüş iki ruhu” başlığını taşıyor.

Caracciolo, 2023 seçimlerinin “anadan doğma hep kaybedeninin (perdente/ loser) cisim bulmuşu” derken, adını kullanmak zahmetine girmeksizin Kılıçdaroğlu’nu kastediyor.

2023 seçimlerini yurt dışında izlerken, çok dikkatimi çeken bir şeydi bu.

Kılıçdaroğlu’nun adı, kimliği, kişiliği, projeleri, siyasi duruşu vs. üzerindeki yazılar ve kendisine duyulan merak, ilgi o denli cılızdı ki…. sıklıkla “Erdoğan’ın rakibi” tanımıyla geçiştirilmişti. Türkiye de muhalefetin “Altılı Masa” geyiğiyle çalkalandığı dönemde, dış dünyada Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan misali çeyrek asırlık bir siyasetçiyi ağzıyla kuş tutsa alt edemeyeceğine” hükmedilmiş, isminin bellenmesine ve uzun boylu tanıtılmasına gerek duyulmamıştı.

Caracciolo nitekim şimdi gene işte 31 Mart sonrasında aynı şeyi yapıyor ve Kılıçdaroğlu’nun adını zikretmeksizin “ekarte olmasının”, başarıdaki fark yaratan kriter olarak tanımlıyor.

KILIÇDAROĞLU'NUN "İNKAR PSİKOLOJİSİ"

Bunları Kemal Bey’in taze yaptığı “Ben siyaseti bıraksam da, siyaset beni bırakmaz” açıklamasıyla hatırladım.

Yenilen pehlivan, güreşe doymazmış.

13 seçim yenilgisiyle malul, 75 yaşında bir siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu.

Siyasette artık bir geleceğinin olmadığını görmek için, Türkiye sınırları dışında bile bu kerte geniş yankı ve coşku yaratan bir seçimden büyük acaba ne olması, ne yaşanması gerekiyor?

Freud’cu analizde buna “inkar psikolojisi” deniyor.

Kişi; egosunu ziyadesiyle incitici ve yaralayıcı gerçekleri kabullenmekte zorlanınca, damardan böyle inkara başvuruyor. Ve gerçekle arasına “duvarlar” örüyor.

Kılıçdaroğlu’nun “siyaset beni bırakmaz!” sözü de, inkar psikolojisine çok tipik bir örnek.

Bırakın önceki yenilgileri… kendisinin büyük iddialarla “aday olacağım” dayatmasıyla girdiği Türkiye’nin en tarihi seçiminde hezimete uğraması bile, sessizce artık köşesine çekilip, “siyaset” lafını lugatından çıkarması için yeterli neden değil mi?

"SİYASİ ÇİFT" OLABİLECEKLER Mİ?

31 Mart’a “dış gözle” devam edecek olursak…

14 Mayıs’ta Erdoğan’ın “hayalet rakibi” gibi algılanan Kılıçdaroğlu’na karşın İmamoğlu, bundan böyle bilinen, bellenen, güçlü karizma sahibi bir muhalefet figürü olarak kayıtlara geçti.

İstanbul Belediye Başkanını zafer konuşmasında kravatını atıp, gömleğinin kollarını sıvarken ölümsüzleştiren fotoğrafı, “sıcaklık” ve “güçlü iletişimcilik” kontenjanından dünya basının baş sayfalarında yer aldı.

“Tek adam” rejiminden elbette kurtulmak istiyoruz.

Ama ideolojiler ve siyasi partilerin kriz yaşadığı bir konjonktürde; “karizmatik lider kimyası” tayin edici önem taşıyor.

“Yüzü ve hikayesi olmayan”, “adı hatırlanmayan” alternatiflerle yol alma olanağı mümkün görünmüyor.

Yükselen trend “şahıs partileri”.

Arkalarında illa otoriter, astığım astık bir lider olması gerekmiyor…

Önemli olan, vitrinde öne çıkan bir yüzün olması. Bu saptamanın, “Özel - İmamoğlu’lu” yapıdaki CHP’ye uygunluğunu sorgulayabilirsiniz…

“Takım ruhu”nda israrlı olduklarını ileri süren Özel-İmamoğlu ikilisi, bu bağlamda bana ’80 lerde tanıklık ettiğim İspanya’nın demokrasiye geçiş sürecini hatırlatıyor.

Faşizmden demokrasiye geçişin mimarı olan sosyal demokrat lider Felipe Gonzalez, bunu parti liderliğindeki entelektüel yol arkadaşı ve “siyasi ikizi” Alfonso Guerra ile gerçekleştirmişti.

“Kameraya bakarken kıpırdayan olursa, resme giremez!” repliğiyle hatırlanan ve de güçlü teşkilatçılığı ile bilinen Guerra’ya karşın Gonzalez, “uzlaşmacılığı” ile öne çıkıyor, ikisi birlikte ayrılmaz bir "siyasi çift" oluşturuyorlardı.

Avrupa’nın o tarihte en karizmatik siyasi ismi olan Gonzalez ile Guerra formülünün başarısının sırrını, “Guerra mutfakta tabakları hazırlarken, Gonzalez onları sunar!” diyerek açıklıyorlardı.

İmamoğlu ile Özel böylesine tamamlayıcı bir kimya ve rol bölümü gerçekleştirebilirler mi?

Keşke!

Olursa Türkiye kazanır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları