Olaylar Ve Görüşler

Hangi imajlara bakabileceğiz?

09 Mayıs 2015 Cumartesi

Doğada var olanın, görüntülerinin “doğal olduğu” halde yasaklanmak istenmesi de nerden çıkmış olabilir?

Türk Ceza Kanunu’nun 226/4. maddesinde yer alan “doğal olmayan” yoldan, anal, oral seks gibi ilişkileri içeren görüntüleri evlerde veya işyerlerinde bulundurmak yasaklanmaktaymış.
Bu nerden gelen bir sorundur? Ahlaki mi? Yoksa devlet, egemenlik gücünü kendi halkına ve misafirlerine veya turistlerine göstermek mi istemektedir?

Hukuk ihlali mi?
Özel hayata, zevklerin kullanımlarına, patolojik olarak adlandırılan zevklerin bir insan vücudu içindeki zorunluklarına göre mi düzenlenmektedir yoksa bir hukuk ihlali midir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre?
Devlet bu tip cinsel ilişki pozisyonlarının imajlarına karışmak ihtiyacını neden duymuştur? Hangi geleneksel veya güncel hukukta bulmaktadır bunun kaynaklarını?

Doğa ve cinsellik
Anormal olarak nasıl adlandırılabilir? Gerçekten “doğal yoldan olmayan” bir hareket imajları mıdır yasaklanmak istenen? “Doğal olan” ne demektir? Doğaya mı aittir?
O zaman, hayvanlara da bakmak lazım, bitkilere de. Onların hayatlarının bir parçasıyız: Omurgalılar, omurgasızlar, sürüngenler, solungaçlılar, hava keseliler vb. hepsi doğada yaşarlar, oksijen alırlar; doğadan beslenirler, doğada avlanırlar, cinsel ilişkiye girerler ve ürerler.
Kuşların mesela yuva yaparak dişiyi tavlaması gibi veya denizatı ve tavuk gibi hayvanların transseksüel olarak tanımlanması ve cinsiyet değiştirmesi veya insanlardaki hermafrodit doğanlar gibi birçok çeşit cinsellik vardır.

Doğal ilişkiler
Druce Bagemihl’in kaleme aldığı ve açıkladığı gibi mesela “zürafalarda her on çiftleşmeden dokuzunun erkekler arasında olduğudur”. Buna göre, erkeğin dişiyi koklamasında da cinsellik bulunurken, erkekler arasındaki anal seks cinsellikte üstünlük sağlamak gibi bir fonksiyona işaret etmesi bakımından Platon’un anlattığı Alkibiades ve Sokrates ilişkisine yakınlaşmaktadır. Peki, bunlar doğada var iseler niye görüntüleri “doğal olduğu” halde yasaklanmak istenmektedir? Çünkü söz konusu maddeye ait değildir. Yapılanlar doğal ilişkilerdir.

Doğal olmayan mı?
Doğal olan cinselliğin çok formlu ve çok yönlü olmasıdır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı ise bütün bu doğallığı tanımadan veya hiç aklına bile getirmeden birdenbire akla gelmedik bir yasak uygulamasına gitmiştir. Anlaşılmaz bir durum! Üstelik bunun tarifini de “doğal olmayan” yolda tabiri ile açıklamaya kalkması ise şaşırtıcı olmaktan çok daha öteye giderek, doğal olanın tarifini tahrip etmeye yönelik bir cinsellik tanımı getirmektedir. Bir bakıma bu tanım anormal ilişki olarak tanımlanmaktadır: Doğaya uymayan bir normallik dışı. Halbuki bu böyle değildir. Grekçe anomalia’dan gelen kelime anlamı eşitsizlik veya pürüzlü demek aslında: an-omalos: eşitsiz, kuralsız demek. Yani doğaya aykırı değil doğa içindeki kuralsızlıklar’’ anlamındadır.

Anomal mi, anormal mi?
“Normal ve Patolojik” adlı kitabında (1943), Georges Canguilhem bu tanımın Grekçeden Latinceye geçerken yapılan bir yanlış olarak tanımlıyor: Latincedeki nomos’dan geldiği yaygınlaşmış bu geçiş sırasında. Kanun demek nomos artık ve a-nomos da kanun dışı oluyor (doğa dışı değil). Tasviri bir olgu olan anomal “a-normal” haline gelince bir değer yargısına gönderme yapmakta. Normatifleşmekte. Normların üzerinden bir değer yargısında bulunmak ise bazı iktidarların yaptığı bir şeydir; ama buna“doğal olmayan” tanımını koymak ise başka bir şey. Bu karar kendi kendisini hükümsüz hale getirmektedir.

Prof. Dr. ALİ AKAY

                                                                                              

 

İktidar ontik krizi aşabilecek mi?

İktidar iktidar kalmak istiyorsa “başkanlık sistemi”ni, yok eğer başkanlık sistemini tercih ediyorsa “kendisini” reddetmek durumundadır.

İktidar, önümüzdeki seçimlerde “başkanlık sistemi”ni gündeme getireceğini açıklamıştır. Oysa varlığını parlamenter sisteme borçlu olup o sistemin çocuğudur. Bu tercih, siyasal iktidarı, hem parlamenter sistem içinde kalıp iktidar olmak, hem parlamenter sistemi reddedip “başkanlık sitemi”ne geçmek gibi, biri diğeri ile uzlaşmayan (antinomik) iki seçeneği aynı anda savunma sıkıntısı ile karşı karşıya bırakmıştır.
İktidar açısından bu iki sistemi birlikte evetleyen, ikisini de yeğleyen bir seçim programı izlemek, bir mantık krizini içerdiği kadar, ontik (varlıkla, iktidarın varlığı ile ilgili) bir krizi de içermektedir. İktidarın ontik olarak kendi varlığını yadsıyan, mantık olarak iki farklı sistemin identik (özdeş) olarak kavranması anlamına gelen böyle bir krizden çıkabilmesi için, bunlardan ya birini, ya diğerini yeğleme zorunluluğu vardır.
Varlığını ve bu seçimlerdeki “iktidar olma” ısrar ve kararlılığını “parlamenter sistem”e borçlu olan iktidar, seçim meydanlarında “başkanlık sistemi”ni öne çıkarırsa, kendi varlık nedenini reddediyor demektir. Kendi varlık temellerini yıkan, kendini değilleyen bir iktidar artık ontik bir kriz içindedir. Öte yandan meydanlarda hem iktidar olmayı isteyip hem başkanlığı istemek gibi biri diğeri ile uzlaşmayan iki talebi aynı anda ileri sürmek affedilmez bir “metabasis” (farklı iki şeyi birbirinden türetmek) olup, Hz. İsa’yı hem “baba”, hem “oğul”, hem de “kutsal ruh” sayan “trinite” (teslis, üçleme) doğmasından farkı yoktur. Nereden bakılırsa bakılsın siyasal iktidar bu seçimlerde bir mantık ve ontik açmaz içindedir.

Siyasal ahlak
Oysa bir siyasal partinin varlık nedeni, “iktidar olmak” ve “devleti yönetmek”tir. Bundan vazgeçiyorsa meydanlarda olmak, bir iktidar programı ile seçmenin karısına çıkmak artık bir “orta oyunu”dur, bir tür “siyasal dolandırıcılık”tır. Ne parlamenter sistemi ne de başkanlık sistemini bir siyasal dolandırıcılığın enstrümanı kılmak, siyasal ahlakla bağdaşır.
AKP şimdi böylesine derin bir varlık krizi ve mantık açmazı ile karşı karşıyadır. Birbirini tüketerek reel siyasete egemen olmak isteyen “başkanlık sistemi” ve “parlamenter sistem bölünmüşlüğü”ne meydanlarda “taraf olma”nın güçlüğünü, sıkıntısını, çelişkisini yaşıyor. Bu krizden “stratejik derinlik”le çıkmak mümkün değildir.

Başbakan ne yapacak?
Bu durumda başbakanın seçim meydanlarında seçmene ne diyeceği merak konusudur. Başbakan meydanlarda “verin başkanlığı” mı diyecektir? Bu, “alın beni buradan” demektir. Sonucu, siyaseten kendi varlığını ref’etme (hükümsüz kılma), kendi iktidar yolunu kapamadır. Daha da ötesi, kendi varlığını paranteze alıp daha üstün bir güce teslimiyettir. Bir iktidar için kendini değillemesi kadar trajikomik bir durum düşünülemez.
Başbakan’ın “sizden ülkeyi yönetmek için iktidar istiyorum” deme olanağı hiç yoktur. Çünkü bir başka seçilmiş güç, parlamenter sistemi “bekleme odası”na almış, ülkeyi tek başına yönetmek için beklemektedir. Bir siyaset adamı için iki yol arasında durumun gereğine göre davranıyor görüntüsü vermek kadar güç ve sıkıntılı bir durum olmasa gerektir.
Son olarak, “sizden yeniden iktidar istiyorum, fakat üçüncü bir kişiye devretmek koşulu ile” denilebilir. Bunun adı üçüncü kişi adına vekâleten iş görmedir. Bu yüklenim, üçüncü kişinin çıkarına ve amacına göre hareket etmeyi, aksi halde ona karşı sorumlu olmayı gerektirir. Siyasette bu konum hani pek de iyi anılmaz. Söylemesi ayıp, “emanetçilik”tir. Başbakan’ın ne diyeceğini merakla bekliyoruz.  

İBRAHİM TÜRKEŞ Hukukçu-Felsefeci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları