Diktatörün ölümü...

12 Mayıs 2015 Salı

Evren öldüğünde artık diktatör değil; çeyrek asır önce emekli olmuş, sağlık sorunlarıyla boğuşan düşkün, düşmüş bir ihtiyardı.
Klasik deyişle; ahı gitmiş, vahı kalmıştı.
Ardında bıraktığı 12 Eylül mimarisi ve zihniyeti, hâlâ yerinde devam ediyorsa; bunun öncelikle sorumlusu -kamuoyu, medyası ve muhalefetiyle- biziz...
Aradan on yıllar geçmiş; “çağdaş demokrasi” adına taş taş üzerine konulamamış.
Tersine özgürlüklerde geri gidilmiş.
Askeri vesayet bitmiş, sivil vesayet gelmiş.
Nerdeyse dalya diyen Evren, üç yıl tedavi gördüğü bir hastane köşesinde ölmüş, ölmemiş neyi değiştirir? Bizim için fark eder?
“Diktatörün ölümü” dendiğinde ben mesela İspanya’da tartışmasız “diktatör” olarak yatağında ölen Franco’yu düşünüyor ve hatırlıyorum...

Şampanya ile kutlandı
1980 yılında İspanya’ya gittiğimde Franco öleli 5 yıl olmuştu ve “diktatörün ölümü” henüz belleklerde tazeydi.
Dost toplantılarında insanlar birbirlerine hâlâ, yeri geldiğinde, “o gün nerede olduklarını” ve “ne yaptıklarını” anlatıyorlardı.
“Kennedy’nin ölümü” ya da “11 Eylül” gibi, tarihin hani “büyük şok”/ “büyük paradigma değişikliği” anları vardır ya...
Öyle...
Franco’nun ölümü de İspanyollar için öyle bir an olmuştu.
O anı yaşayan her İspanyol, “diktatörün ölüm tarihi” 20 Kasım 1975’i kişisel anılarıyla belleğine, bir daha silinmez biçimde kaydetmişti.
Tanıdığım pek çok muhalif, “80’lik generalin” ölümünde açmak üzere buzdolabında beklettikleri şampanyayı
o gün büyük keyifle patlatmış olduklarını anlatmışlardı.
Demokratlar “diktatörün ölümünü”, son kertede bir bayram gibi kutlamıştı. Çünkü “özgürlükler” ve “yaşam” onlar için Franco’dan sonra başlamıştı.
İspanya’da “20K” koduyla hatırlanan bu tarih, özetle “milat” olmuştu.
“20K” öncesi ülkede “hukuk devleti”, “yargı bağımsızlığı”, “güçler ayrılığı”, “fikir-ifade özgürlükleri”, “dernek, toplanma hürriyeti” gibi kavramlarının esamisi okunmazken; İspanya birkaç yılda “demokrasiye geçişi” tamamlayıp bu hedeflerin hepsine ulaştı.
“AB üyeliği” ve lehte uluslararası koşullar; İspanya’da kuşkusuz süreci pekiştiren unsurlar oldu. Ama “20K”yi demokrasi bayramına çevirmek için İspanyollar da her şeyi yaptı.

“Tabu” yıkmanın önemi
İspanyolca’da “destape” diye anılan bu “açılım” döneminde, bütün “tabular” yıkıldı ve “yasaklar” kırıldı.
Diktatörün ölümünden bir yıl sonra komünist parti yasallaştı.
İki yıl sonra demokratik seçimler, üç yıl sonra “demokratik anayasa” yapıldı. Diktatörün tüm baskı araçları ortadan kalktı.
Kioskları yepyeni yayınlar kapladı.
Siyasetten cinselliğe, ekonomiye dek her konuda yeni medya her şeyi serbestçe tartışıyor; kadın erkek eşitliği ve kadınların özgürleşmesi gibi konular gündemden düşmüyordu.
“Kurumsal açılımlar”la, “özgürlük” arayan “sivil toplumun açılımı” İspanya’da el ele gitmiş; demokratikleşme bayramı, iki “açılım”ın yan yana gelmesi, çakışmasıyla gerçekleşmişti.
Bizde böyle çok unsurun yan yana, bir araya geldiği benzer bir “açılım” hiç olmadı ve yaşanmadı.
İspanya ile en büyük fark “hukuk devleti”nin bizde Evren sonrasında da hiçbir dönemde yaşama geçirilmemiş olmasının yanında, “özgürlüklerin” bir “ortak değer” olarak hiçbir dönemde gene böyle baştacı edilmemiş olmasında...
Evren’i izleyen Özal, Demirel, Çiller, Erbakan, Ecevit dönemlerinde de biz büyük “yasaklar kuşatmasından” hiç kurtulamadık.
Erdoğan yıllardan hiç bahsetmiyorum...
“Gelen gideni aratır” sözünün yaşandığı bir coğrafyadayız.
“Diktatör Kenan Evren”in ebediyete göçmesi, bu yüzden bir milat sunmuyor ne yazık ki.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları