Quo Vadis Europe

28 Mayıs 2015 Perşembe

Son haftalarda farklı yönlerden esen sert rüzgârlar, Avrupa Birliği “gemisinin” gelecekte izleyeceği rotaya ilişkin “Quo Vadis” sorusunu gündeme getiriyor.
AB’nin ekonomik temelinin dayandığı neo-liberal “kemer sıkma” politikalarına muhalefet güçleniyor. Avrupa Birliği projesine kuşkuyla yaklaşanlar Lizbon anlaşmasını tartışmaya açmak istiyorlar. Ekonomik, finansal, siyasi entegrasyonu, Lizbon anlaşması altında ilerletmek isteyenler de kararlı görünüyor.

‘Neo-liberal gerçekçiliğe’ karşı...
Yunanistan’da SYRİZA hükümeti, IMF’nin ve Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) dayattığı “kemer sıkma” politikalarına direniyor. SYRİ- ZA temsilcileri, borç ödemeye öncelik veren bu politikaların, büyümeye gidecek kaynakları öncelikle borç ödemeye yönlendirmeyi amaçladığından, yalnızca büyümeyi geciktirmekle kalmadığını aynı zamanda Yunanistan’da artan işsizlik, yoksulluk üzerinden ciddi bir insani krize yol açtığını savunuyorlar. SYRİZA temsilcileri, AB’de egemen olan “neo-liberal gerçekçiliği” sorgulayarak karşısına, Avrupa çapında, insan yaşamına öncelik veren (El Arian’ın deyimiyle) bir “ahlaki gerçekçilik” koymaya çalışıyorlar.
Geçen hafta İspanya yerel seçimlerinde de “kemer sıkma” karşıtı akımlar, başta Podemos olmak üzere güçlenerek Madrid, Barselona ve Valencia’da yerel yönetimlerin hükümetlerini kuracak, birçok yerel yönetimde söz sahibi olacak düzeye yükseldiler. Gözlemciler, bu dalganın kasım ayında yapılacak genel seçimlerde de etkin olacağını düşünüyorlar. İspanya’daki gelişmeler de “Neoliberal gerçekçiliğe” karşı, ahlaki demokratik tepkinin yükselmeye devam ettiğini gösteriyor.

Grexit’ten Brexit’e
IMF ve AMB, SYRİZA hükümetiyle anlaşmaya yanaşmadıkları için Yunanistan hızla borçlarını ödeyemeyerek bir anlamda iflas edeceği noktaya doğru ilerliyor. Böylece, Yunanistan’ın Avro’dan çıkması, diğer adıyla Grexit olasılığı aynı hızla güçleniyor.
İngiltere’de son parlamento seçimlerini, Muhafazakâr Parti’nin bir AB referandumu vaadiyle kazanması, Avrupa Birliği’nden çıkmayı savunan partinin (UKİP) oylarını beklenmedik oranda arttırması, Avrupa Birliği ile İngiltere arasındaki ilişkilerin geleceği üzerine de bir soru işareti koyuyor.
“Grexit” Avrupa Birliği’nde büyük bir kriz yaratmayabilir. Grexit, Avro’dan Drahmi’ye dönmek anlamına geleceğinden Yunanistan halkının istediği bir şey de değil. Buna karşılık, büyük bir ekonomi ve uluslararası mali merkez olan İngiltere’nin AB’den çıkması anlamına gelen “Brexit” bambaşka bir tehdit.
Muhafazakâr hükümet 2017’den önce yapmaya söz verdiği “evet/hayır” referandumuna kadar Avrupa Birliği projesi içinde İngiltere’ye yeni ayrıcalıklar sağlayan değişiklikleri zorlayamazsa referandumdan bir Brexit sonucu çıkma olasılığı var.
Geçen hafta Polonya’da başkanlık seçimlerini Hukuk ve Adalet Partisi adayı Duda’nın kazanması da AB projesinin geleceği için iki açıdan iyi olmadı.
Birincisi, Duda, Avro’ya geçmeyi geciktirmeyi, İngiltere gibi, AB’nin gücünün ulusal hükümetler yararına kısıtlanmasını, ulusal çıkarlara öncelik vermeyi savunuyor. İkincisi Duda’nın muhafazakâr milliyetçi çizgisi iktidardaki, AB yanlısı Sivil Platform’un neo-liberal politikalarına da karşı çıkıyor. Duda bu özellikleriyle hem eski “komünist” rejimin mirası sendikaların ve Solidarnos’un desteğini, hem de kırsal oyları alarak, başkanlık seçimlerini kazandı. Bu dalganın beş ay sonra yapılacak genel seçimleri de belirlemesi bekleniyor.
Şimdi bir taraftan Neo-liberalizme ve Avrupa Birliği’ne karşı bir dalga yükseliyor. The Times’a göre İngiltere ve Polonya arasında, AB’yi zorlamaya yönelik bir işbirliği olasılığı doğuyor. Diğer taraftan Le Monde’un aktardığına göre, Almanya ve Fransa, İngiltere’nin Lizbon anlaşmasını yeniden masaya yatırarak pazarlık konusu yapma talebini reddederek Birliği var olan anlaşmalar çerçevesinde ilerletme ve derinleştirmek konusunda ortak bir cephe kuruyorlar.
“Quo Vadis” sorusunu da bir ekonomik kriz içinde yönetilmesi son derecede zor olan bu üçlü basınç gündeme getiriyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları