Gül’lerin intifadası

21 Haziran 2015 Pazar

Hayrünnisa Hanım’ın “Bizi çok üzdüler”i ile başlayan göz yaşartan itirafları malum Çankaya’daki veda resepsiyonunda ortalığa dökülmüştü.
Bu kez Abdullah Gül, Sever’in kitabı ile intifadanın devamını getiriyor.
Dahlim yok” dese de…
Okumuş…
Ve onay vermiş…
Yalanlamamış olduğuna göre…
Yazılanı sahipleniyor, yan cebime, intifadayı sürdürüyor.
Gül ailesinin -adını koyalım!-Erdoğan’a karşı başlattıkları “intifada”nın en şaşırtıcı yanı, son güne değin yol arkadaşlarını tanımamış(!) olmaları.
Abdullah Bey’e dair anlatılanlar, “Bizi çok üzdüler” yakınmasıyla elinde eteğindeki taşları döken Hayrünnisa Hanım’ın hesaplaşma üslubundan farklı değil.
Benim çocukluğumda Kerime Nadir isimli bir pembe dizi romancısı vardı.
Kalp Yarası”, “Hıçkırık”, “Solan Ümitler”, “Dert Bende” gibi eserler kaleme alırdı.
Güllerin intifadası da bu Kerime Nadir romanlarına benzedi.
Abdullah Gül de eşi gibi tıpkı, gazozuna ilaç atılan genç kız misali; Erdoğan olayına gözlerini kırpıştırarak uyanıyor.
Kırıldı…”
Üzüldü…”
Çok ağırına gitti…”
Anlam veremedi. Anlayamadı!
Ahmet Sever, RTE’nin sürekli ters köşe hamleleri karşısında Gül’ün hissiyatını, kıyamam… bu biçare ifadelerle tanımlıyor.

Samimiyetten yoksun
Görev süresinin sınırlandırılması için getirilmek istenen yasal kısıtlamaya örneğin Gül’ün tepkisini, yazar şu tipik Kerime Nadir satırlarıyla anlatıyor:
Partisinden ve arkadaşlarından gelen bu tavır, Cumhurbaşkanı’nın çok ağırına gitti. Ne olmuştu da kendisine böyle bir yasak reva görülmüştü? Buna bir anlam veremiyordu. Çok kırılmış ve incinmişti. Konu ne zaman açılsa konuşmak istemiyor, ancak yüzündeki acı ifade her şeyi anlatıyordu.
Bu ne yahu! Yeşilçam senaryosu mu yazıyoruz?
Kardeşim” diye sunulan ilişkinin sahici doğasına Gül, Çankaya’nın son üç yılında mı uyandı?
RTE’yi önce hiç tanımadı mı?
Hangi kumaştan yapıldığını hiç fark etmedi mi?
Kasımpaşalı yapısını” hiç çözemedi mi?
Kiminle dans ettiğinden nasıl bu ölçüde habersiz olabilir, olanlara nasıl bu kertede hazırlıksız yakalanabilir?
Muhataplarını, siyasetçi olarak Gül ya hiç ölçemiyor; ya da atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra uyanan liberaller misali o da “Erdoğan’ın beklenmedik metamorfoz” masalına inanmamızı bekliyor.
İki şık da ciddiyetten uzak.
Hatıratın anlamlı olması için kişiler gerçek kimlikleriyle örtüşmeli!” diyen Davutoğlu korkarım haklı.
Hatırat” adına kitabın çok ciddi bir “samimiyet” sorunu var.
Gül’ün gerçek kişiliği ve gerçek duygularının açılımına (öfke, aldatılmışlık, hırs, intikam vs.) dair “hatırat”tan hiçbir yeni çıkarım yapamıyoruz.
Sever de bu eksikliğin farkında.
Arzum, Abdullah Gül’ün özellikle cumhurbaşkanlığının son yıllarına ilişkin duygu ve düşüncelerini benimle açıkça paylaşmasıydı. Ancak maalesef bunu gerçekleştiremedim”diyor.

Ne İsa’ya ne Musa’ya yarar
Anılar kitabı oysa ya psikolojik bir derinlik sunmalı, ya ilişkilerin geri planına ışık tutmalı ya tarihin perde arkasını aydınlatmalı.
Sever’in kitabı bunların hiçbirini yapmıyor.
Sadece “intifada”ya katkı sunuyor.
Bu itibarla ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabiliyor.
Yandaşları kızdırırken, muhalefeti ikna edemiyor.
Gül ile 12 Yıl”ın en büyük açmazı bu: “Samimiyetsizlik!
Samimiyetsizlik açmazı”nı Gül’ü tanımlayan siyasi portrede de hissediyorsunuz.
Sever Gül’ü, bir “Doğu, Batı sentezi” olarak takdim etmiş.
Sever’e göre Gül, “Müslüman dünyanın derinliğini, potansiyelini, zenginliğini, hata ve eksiklerini iyi gözlemlemiş. (Batı’nın da) çoğulculuk, çokseslilik, demokratik hoşgörü kültürünü tanıma olanağı elde etmiş. İki farklı dünya tecrübesinden yola çıkarak bir senteze varmış…”
Öyle mi gerçekten?
Gerçekten Gül bir Doğu-Batı sentezi olabildi mi? Devam edeceğiz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları