Putin’leşmede Boynuz Kulağı Geçerken

19 Ocak 2014 Pazar

Gazeteler artık her gün en az on manşetlik haberle çıkıyor. İnsan hangi birine yoğunlaşacağını şaşırıyor.
Dün benim manşetim Mustafa Sarıgül’ün “mal varlığı ve hesaplarına” haciz konmasıydı.
Tam bir “Putin’leşme” örneği!
Putin Rusyası’nda geçen yılın yerel seçimlerde devlet başkanına ileride baş ağrısı olabilecek adaylara da aynen böyle kök söktürülmüş, Moskova belediye başkanlığına talip olan muhalif aday Alexei Navalny’nin başına gelmedik kalmamıştı.
Putin’in partisine “Hırsızlar Partisi” lakabını yapıştıran bloglarıyla nam salan ve Putin karşıtı protestolarda ön safta yer alan Navalny’nin Moskova belediye başkanlığına aday olacağı kesinleşir kesinleşmez ortalık karışmış; popüler aktivist aday jet hızıyla kendisini müthiş bir “zimmet, yolsuzluk davasının ortasında bulmuştu.
Muhalefet adayı önce “5 yıl hapis cezası”yla sindirilmeye çalışılmış ancak bunun daha sonra sandığın meşruiyetine gölge düşüreceği anlaşılınca Navalny’nin yarışa katılmasına izin verilmişti.
Açık bir gözdağı ikliminde yapılan seçimleri beklendiği üzere sonunda Putin’in desteklediği Sergei Sobyanin aldı.
Adil olmayan ve üstüne üstlük hile yapıldığı öne sürülen seçimlerde Navalny ikinci geldi.
Muhalif kesimler “görece başarı” diye kabul edilen bu sonuçla yetinmek durumunda kaldı.
Mezara dek iktidarda kalmayı hedefleyen Putin’in karşısında önden kaderi belirlenen seçim sandığından bir sürpriz çıkmasını beklemek boşunaydı.

‘Sağlam irade’örneği
Erdoğan’ın da şimdi artık sandıkta böyle sürprize geçit vermeyen bir şartlanma içine girdiği anlaşılıyor.
Bu sırf benim izlenimim değil. Bu algıyı yandaşlar dışında herkes paylaşıyor.
İngiltere’nin en etkili yayın organlarından The Times’ta henüz çok yeni, “Türkiye’nin Putin’leşmesi adıyla çarpıcı bir yorum çıktı.
Erdoğan’ın “aşırı kibir ve vazgeçilmez olduğunu varsayan güçlü bir tek lider iradesiyle kendisini devlete dayatması” şeklinde tanımlanan “Türk Putin’leşmesi”, hemen aynı günlerde “billboard”lar ve gazetelerde tam sayfa çıkan “sağlam irade afişlerinin bire bir tercümesi ve açılımı gibiydi.
The Times’ın “Putin’leşme” yazısı yolsuzluğa el atan yargı ile polisi hallaç pamuğu gibi atıp dağıtan ve önüne çıkan herkesi komplocu dış güçlerin minik piyonları ilan eden başbakanın “sağlam irade posterleri ile yan yana konduğunda, dört dörtlük görsel boyut kazanıyordu.
İngiltere gibi ülkelerde liderlerin görev sürelerine seçmenler görünmez sınır koyar. ABD ve Fransa gibi başka ülkelerde ise resmi sınırlar vardır. Bunun nedeni güçlerin tek bir liderin elinde toplanmasının önüne geçmektir” uyarısını yapan yazı; “Türkiye dostumuzdur” eklemesi ardından şu cümlelerle bitmekteydi: “Türkiye’nin dostları Erdoğan’ın kulağına onun da bir fani olduğunu ve Türkiye’nin bir Putin’e ihtiyacı olmadığını söylemeli!

‘Sandıkla gitmeyi bilmenin önemi’
Yandaşların hiç çekinmeden giderek “Allah” katında tapındıkları (bkz. AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın sözleri) bir lidere dönüşen Erdoğan’ı şu bu adayla sandıkta alaşağı etmeyi teklif dahi etmenin nerdeyse artık düşünülemez olacağı noktalara doğru ilerliyoruz.
Bizzat başbakan iktidarda ebediyen kalacağı fikrine kendisini öyle alıştırmış görünüyor ki demokrasinin yalnız seçimlerle gelmek değil aynı zamanda seçimle gitmek olduğunu pek artık hatırlamıyor.
Kılıçdaroğlu her vesileyle bu yüzden “Dikkat! Dikkat!” alt yazısıyla; “Erdoğan iktidarda kalabilmek için artık her şeyi yapar” alarmı veriyor.
Tarafsız Bölge”de Ahmet Hakan’la uzun bir söyleşi yapan Deniz Baykal’ın da verdiği mesajın özü, keza aynı şekilde buydu
Demokrasinin yalnız seçimle iktidara gelmek değil aynı zamanda seçimle iktidardan gitmek” olduğuna çeşitli defalar vurgu yapan eski CHP lideri, AKP’nin iktidardan kopmamak ve ayrılmamak için devlet kurumlarını allak bullak etmekten çekinmeyen bir kerteye ulaştığını belirtti.
İspanya’da gazetecilik yaptığım demokrasiye geçiş yıllarında, bu nokta, üzerinde müthiş büyük duyarlılıkla durulan ve döne döne altı çizilen bir konu olmuştu.
Sosyalistleri mutlak çoğunlukla ilk kez iktidara getiren tarihi 1982 seçimlerinde; u8220 “İç savaş yıllarından bu yana ilk kez muhafazakâr bir iktidar olay çıkarmadan sandık yoluyla kazasız belasız başımızdan ayrıldı. İktidarın böyle sandık yoluyla barışçı biçimde el değiştirmesi; demokratik rejime kavuştuğumuzun bir numaralı kanıtıdır!” denmişti...
Doğrusu o zaman bu konuya neden ısrarla bu kadar büyük önem atfedildiğini çok fazla anlayamamıştım…
Bugün maalesef anlıyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları