Olaylar Ve Görüşler

Kaostan çıkış var mı?

28 Ağustos 2015 Cuma

Türkiye'de sorunların toplumun farklı kesimlerince algılanışındaki zıtlıklar, iç ve dış güvenlik tehditleri karşısında toplumun ve devletin farklı tepkileri, devlet kurumlarına güvensizlik ve belirtileri gittikçe artan sosyal bunalım, geleceğe dönük karamsarlığa yol açan bir kaos ortamı olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Bu durum sıkça dillendirilen "Türkiye nereye gidiyor?" söyleminde somutlaşıyor. Ne acıdır ki, Türkiye bugün yalnızca Cumhuriyet'in 2. Dünya Savaşı öncesi dönemindeki değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki tartışmalara yeniden dönmüştür.
İmparatorluğun yıkılışının ve toplumdaki dağılmanın nasıl önleneceği sorunu İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde aşılmış, yerini toplumun nasıl çağdaşlaşacağı ve zenginleşeceği tartışmalarına bırakmıştı. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise, güvenlik ve kalkınma sorunları paralelinde toplumun demokratik bir yaşam biçimine ve yurttaşların kişi özgürlüklerine nasıl kavuşturulacağı tartışmaları öne çıkmıştır.

Çok partili düzen
Çok partili düzene geçildikten sonra hukuk devleti, devlet erklerinin ayrılığı, hâkim güvencesi, anayasa güvencesi, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, insan hakları, kalkınma modelleri ve ekonomi politikaları gündemi oluşturmuştur.

Gelinen nokta
Aradan geçen 60 yılı aşkın süre sonunda gelinen nokta düşündürücüdür. Kalkınma modelleri ve ekonomi politikaları dışındaki konularda toplumsal bir uzlaşma olduğu sanılırken, bugün en keskin anlaşmazlıklar bu alanlardadır. İktidar uygulamaları tarafların üzerinde uzlaşamayacakları durumlara yol açmaktadır. Devlet yönetiminde erkler ayrılığı konusundaki çelişkilerin ise, ilkesel mi, yoksa konjonktürden doğan bir sorun mu olduğu belirsizdir.

Halkın gündemi
Çoğunluğu yeterli eğitim alamamış geniş halk kesimlerinin asıl gündemininse, geçim sıkıntısı, işsizlik, sağlık, ulaşım ve eğitim olduğu görülmektedir. İktidar söylemleri ile muhalefet söylemlerinin zıtlığı, buna karşın büyük güçlükler içindeki kesimlerin iktidar partisine oy vermeyi sürdürmesi, partilerin siyasal yelpazedeki yerleri ile oy tabanlarının ülkenin sosyoekonomik yapısını yansıtmayan çelişkiler oluşturması, çözümsüzlüklerin kaynağı olup, siyesetin ülke yararına sonuçlar doğuracak biçimde evrilmesi zor görünmektedir.
Kaosu yaratan, Osmanlı'nın son döneminden bu yana çokça tartışılıp belirli bir dengeye geldiği sanılan temel ilkelerin yeniden tartışmaya açılması, siyasetin tıkanmaya doğru sürüklenişidir.
Ülke yönetimine ilişkin ilkesel düşünce düzeyindeki tartışmalar, geçmişte olduğu gibi, belirli bir eğitim düzeyine ulaşmış kesimlerin gündemidir. Dolayısıyla sorunların ve çözümsüzlüklerin sorumluluğunu halka yüklemek yanlıştır. Ne var ki, demokrasilerde sorunların çözümü halktan beklenir.

Güvenli gelecek
Halkın isteği ise, tüm dünya halklarının istediği, özgürce ve güven içinde insanca bir yaşam, güvenli bir gelecektir. Halkın ülkeyi kaostan kurtaracak çözümleri üretmesi isteniyorsa, eğitimli kesimin ülkede gerekli düşünsel ortamı sağlayarak uzlaşmacı ve ilkeli bir anlayışla sorunlara eğilmesi, halka doğruları anlatması gerekir. Bu da ancak duygu sömürüsünden uzak, mantıksal ve bilimsel yaklaşımlarla ve bugünden ötesini görerek yapılabilir.
Sorunlar toplumun güncel siyasetten ve medya koşullandırmalarından bağımsız yoğun bir düşünsel etkinlikle oluşturacağı ortak akılla çözülebilir. Unutulmamalıdır ki, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefi ancak yüksek bir halk kültürüyle sağlanabilir. Ülkemizi kaostan çıkaracak oluşumları yaratma göreviyse, herkese ve özellikle bilim insanlarına, sanatçılara, yazarlara, düşünürlere ve kendini aydın olarak tanımlayanlara düşmektedir.

Prof. Dr. Güngör Başer

 

-

 

Çözüm sürecinde 'silah bırakma'

Türkiye'de güvenlikçi politikaların ağır acılarından sonra Mart 2013'te "analar ağlamasın" şiarıyla başlayan süreç, AKP'nin iktidar hesapları sonrasında donduruldu.

"Baldıran zehrini içmek" kararlığıyla sürdürülen sürecin buzdolabına kaldırılması, beraberinde gencecik yaşamların sönmesini ve anaların gözyaşını getirdi. Çünkü çözüm sürecinin duygusal vurgular dışında çağdaş demokrasilerin ve reel politikanın gerektirdiği bir vasfa kavuşmaması, sürecin rasyonel ayağını zayıflattı.
Dolayısıyla aşırı romantize edilen sürecin reel bir dayanağı olmalıydı. Bu, siyasetçilerin duygusal çıkışlarına karşı sürecin sigortası olurdu. Maalesef ki şu an çatışmalar devam ediyor ve acılar sürüyor.

Hamasi nutuklar
Her acı ve ölümün ardından aslında hiç de çözüm olmadığı açık beyan olan hamasi nutuklar atılıyor. Oysa siyaset aklının çağdaş demokrasilerin öngördüğü soğukkanlı bir yaklaşımı devreye sokması gerekir. Bu konuda HDP'den "Mandela modeli" önerisi gelirken AKP müzakere için "silah bırakma"yı ilk şart olarak öne sürdü.
Her ne kadar erken seçim ve çatışmalar gündemde olsa da çözüm sürecinde dünya örneklerinin tekrar tartışılması gerekiyor. Bilindiği gibi Türkiye'den içinde milletvekilleri, yazar ve akademisyenlerin olduğu bir heyet benzer süreçleri yerinde görmek için İrlanda ve Güney Afrika'ya gitmişti.
Bu heyette yer alan siyasi parti temsilcileri raporlarıyla, aydınlar ise yazılarıyla gözlemlerini kamuoyuyla paylaşmışlardı. Bu gezilerde yer alan AK Parti milletvekilleri de hazırladıkları raporda Kuzey İrlanda-IRA ile Güney Afrika-ANC örneklerine yer verdiler. Bu çalışmalarda ANC ve IRA deneyimi, Türkiye açısından dikkate alınabilir olarak öne çıkıyordu. Özellikle bu iki deneyimde tarafların, çözüm süreçlerinde samimi ve şeffaf olması, adımların karşılıklı ön açıcı şekilde atılması sürecin hızını etkilemiş ve bunun neticesinde başarıya ulaşılmıştı. AK Parti içinde hazırlanan bu raporların dışında akil insanların hazırladıkları rapora da tekrar dikkat çekmek gerekir. Bildiğimiz kadarıyla Hükümet, akil insanların da çalışmalarını boşa çıkaracak bir tutum sergilemişti.

Dünya örnekleri
Dünya örneklerine bakıldığında; Norveç Barış İnşası Merkezi'nin 2012 yılı raporu, silahsızlanma koşulunun ya müzakerelerin ortasında ya da sonunda belgelere girdiğini söylüyor. Burada İrlanda örneğine bakmak gerekir. 1980'li yıllarda İngiltere Başbakanı 'Demir Leydi' lakaplı Thatcher, devletin IRA ile görüşmesini 'silahların susması' şartına bağladı. Ama bu, hiçbir sonuç getirmedi.
Buna karşın İşçi Partili Tony Blair'in İngiltere başbakanı olmasıyla her şey değişti. Blair önceki hükümetlerin aksine hiçbir önkoşul öne sürmeden IRA'nın siyasi kolu Sinn Fein'le görüştü. İngiltere'nin IRA mahkûmlarını serbest bırakması ve Kuzey İrlanda'ya otonomi vermesi de IRA'nın silah bırakmasını sağlamıştı.
Aynı şekilde Güney Afrika'da da De Klerk'in Eylül 1989'da devlet başkanı olmasına kadar güvenlikçi politikalar uygulandı. De Klerk'in ANC üzerindeki yasağı kaldırması, af ilan etmesi ve Mandela'nın ev hapsine alınması; bunun sonucunda da De Klerk'in bizzat Mandela ile görüşmesi kalıcı çözümü getirmişti. Dikkat çekicidir ki sürecin sonunda 1994'te ilk eşit seçimde De Klerk iktidarını bile kaybetmişti.
Bu iki deneyimin dışında Filipinler'de de 40 yıl süren ve 120 bin kişinin öldüğü Devlet ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) arasında çatışmalar, Türkiye'nin müdahil olduğu bir süreçle sonlandırılırken 'silah bırakma' son adım olarak görüldü. Buna göre MILF, özerklik şartlıyla silah bırakmaya razı olurken bu sürecin 2016 baharında tamamlanması amaçlanıyor. Aynı şekilde Kolombiya'da FARC, İspanya'da ETA, Endonezya'da GAM ve El Salvador'da FMLN örneklerine de bakıldığında; silah bırakma aşamasından önce somut adımların atıldığını görüyoruz. Burada anayasal güvence, genel siyasi af, otonomi (özerklik), hakikatleri araştırma komisyonu gibi adımların beraberinde silahı bırakmayı getirdiğini söyleyebiliriz.
Bu örnekler üzerinden Türkiye'de acılara son vermek adına tekrar çözüm ve barış amacıyla masaya oturulması için tarafların bir an önce adım atması gerekiyor.

İbrahim Genç Yüksekova Haber Yazarı

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları