Kanayan kardeşlik

21 Eylül 2015 Pazartesi

TİHAK Başkanı Muzaffer İlhan Erdost’a “Kardeşliğimiz kanıyor mu” diye sorduk.
“Kardeşliğimiz kanamıyor. Kardeş kardeşe kan alıyor, kan veriyoruz. Can alıp can vermek gibi bir şey” dedi ve ekledi:
“Gördüm Anneyi. Türkiye- Suriye-Irak sınırının kıyıcığına sıkışmış, sıkıştırılmış Cizre’deydi. Demişler ki, Emine düşmüş... Koşmuş, bakmış, bayıldı sanmış. ‘Bana son kez bakıp, ‘Ay anne!’ dedi ve gözlerini bir daha açmadı. Sabaha kadar onu koynumda yatırdım. Ölü bedeniyle uyudum.’
Vurmuşlar. Düşmüş. Ölmüş. Elleri parçalanmış. ‘Oğlumun ellerini topladım!’ diyor Anne.
Bu acı senin, benim, bizim değil. Çiğnenen insanlığın acısı.”
“Neyin kıskacında, neyin kapanındayız?” diye devam etti, Erdost:
“Çocuklar ve anneler, ince duyguları nakışlarında, renkleri kına ellerinde, bir bomba evin ortasında, bir kurşun kızının göğsünde.
Bu kurşun yeni değil. Otuz yıl önce bir ağustos gecesi, kameraların eşliğinde, Şemdinli’de, seyyar jandarma taburunu ateş altına alan makinelilerden yağan kurşun, bu kurşun. ‘Sömürgeciliği yıkarak, bağımsız demokratik ve birleşik bir Kürdistan kurmak amacıyla’ atılmış ilk kurşun bu. İlk adım gibi...
PKK, aynı yıl Türkiye genelinde 47 eylem gerçekleştirecek. Etli, kanlı, canlı – çocuklar hariç değil. Yıl yıl artarak sürdü bu. 1985’te 127 eylem, 1989’da 602 eylem, 1990’da 1111 eylem. 1991 Körfez savaşı.
Öcalan, 1992 yılını ayaklanma yılı ilan edecek. Amacını da açıklamış: Kurtarılmış bölgeler, ulusal meclis, savaş hükümeti kurmakla sınırlı amaç, aynı yıl petropolitiğe endeksli, Çekiç Güç’ün sağladığı modern silahların desteğinde, ‘Kürdistan’ın bağımsızlığı’ ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmasını amaçlayan yaygın ve yoğun bir iç savaşa dönüşecektir.”
Ve Erdost’un deyişiyle o savaşın sonucu: “Elli bine yaklaşan soluksuz bedenin ya da mezar taşlarının üstünde, kendilerinin diliyle söylersek, ‘Türkiye Cumhuriyeti yıkılacak, Kürdistan halkı bağımsızlaşacak’, ‘Anadolu halkları da demokrasiye ve özgürlüğe kavuşacak’ yazılacak, Kemalizmle özdeşleştirilen egemen Türklük bu coğrafyadan sökülüp, sürülüp, atılacaktı. Sivas’ta (4 Eylül 1919) soluk borusu tıkanan halklar, yani Ermeni, Arap, Türkmen (Alevi-Türk), Laz, Çerkez ve Gürcü özgürleşecek, ‘soluk almaya’ başlayacaktı.
Türkiye’nin sorunu, Kürt sorunu değil, uluslaşma, ulus olma sorunudur.
Tek vatan, tek bayrak, tek ulus demek yetmez. Ve özellikle farklı etnik kökenden gelenleri dışlamak anlamında, faşist bir eylem olarak söylemek yetmez.
Buraya ne virgül koyun, ne soru imi, ne ünlem.
Tek vatan, tek bayrak, tek ulus; arkasında tek din, tek mezhep, tek tarikat, tek halife gizleniyorsa, tek adam da yetmez. Çünkü biz, ne hepimiz Türk’üz, ne hepimiz Kürt, ne hepimiz Ermeni, Laz, Çerkez, Gürcü! Ama hepimiz insanız. İnsanın kurdu insan değil, insanın dünyası insanız çünkü.”

Tohum
Anadolu Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay’ın şu sözü, Türkiye’de üretimin nerede olduğunu yeterince anlatıyor:
“İsrail tohum vermese Tokat’ta domates üretilemiyor.”
Başka söze ne gerek.

Kibirli
Ahmet Davutoğlu, “Kibirden kaçının” diyor.
Böyle şeyler öyle ortaya söylenmez ki...
Kimse kibirli, bilelim...

Troyka
CHP’de Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun çevresindeki bir troykadan (üçlü yönetim) söz ediliyor:
Genel Başkan Yardımcıları Sezgin Tanrıkulu, Erdoğan Toprak ve Gürsel Tekin.
Partideki genel kanı, “Seçimlerden çıkacak her türlü sonucun sorumlusu bu troykadır” yönünde.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları