Yine 'Ateşle Oynayanlar' Üzerine

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Geçen pazartesi, AKP’nin ateşle oynadığına işaret etmiş, “Ya ateşi elinizden alırlar, açıkta, soğukta kalırsınız ya da sonunda bir yerinizi yakarsınız” saptamasını yapmıştım. Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisine ilişkin yorumları okur, ortak basın toplantısını izlerken “elinden ateşi alıyorlar, soğukta yalnız kalacak ama yanmaktan da kurtulamayacak” diye düşündüm.

\n

Basın toplantısında ne oldu?

\n


Basın toplantısı, daha önce yapılan resmi toplantının sonuçlarını dünya kamuoyuna açıklıyordu; bu nedenle akşam yemeğinden farklı yönde bir gelişme olabileceğini beklemek gerçekçi değildi. Başbakan’ın Brookings’de yaptığı konuşması da basın toplantısında açıklananları onayladı.
Bu yüzden, basın toplantısının ardından Erdoğan
Obama’dan istediklerini alamadı, buna karşılık Obama’nın yaklaşımını benimsedi, kendi çizgisinden uzaklaştı yorumunu yapanlar haklıydılar.
Obama, askeri müdahaleden yana olmadığını, havadan korunacak bir koridor oluşturma projesini en azından şimdilik benimsemediğini, askeri değil, siyasi çözümden yana olduğunu,
Esad’ın gitmesini istemekle birlikte, bunun karşılıklı müzakere süreci içinde gerçekleşmesini amaçladığını ifade etti. Kimyasal silahlar tartışması ABD’yi müdahale etmeye zorlayacak bir ağırlığa sahip değildi. İsyancılara yardım edilecekti ama bunun nasıl, ne zaman, ne ölçekte olacağı açık değildi.
Başbakan Erdoğan’ın çantasındaki malların hiç birini Obama yönetimi satın almışa benzemiyordu. MİT Müsteşarı’nın çantasında getirdiklerini gösterecek birini bulduğu şüpheliydi, çünkü CIA Başkanı
Brennan’ın uçağı o sırada İsrail’e iniyormuş (Ajans France Press 16/05).
Dahası, Türk heyetini kabul ederken gösterilen üst düzey merasimin yansıttığı ilgi basın toplantısında yoktu. Basın toplantısında Obama, esas olarak ABD sorunlarını konuştu, ABD basını bu konular üzerinde durdu, sıradan bir iki soru dışında Erdoğan’la pek ilgilenmedi. Ben dikkat etmedim, ama
Huffington Post’un aktardığına göre TV kanalları da Erdoğan’ın konuşmalarını neredeyse tümüyle atlamış.
Gezinin IRS skandalı krizi gibi kötü bir zamana geldiğini göz önüne alsak bile, ABD-Türkiye ilişkilerinin ve Suriye konusunun AKP tarafının beklediği ilgiyi görmediğini kabul etmemiz gerekiyor. Başbakan Erdoğan
“Bardağın dolu kısmına bakın” diyordu ama buna bakmak için ABD’ye gelmemiz gerekmiyordu diye düşünüyorum.
Bardağın boş kısmına bakınca da Türkiye’nin ABD ve Rusya inisiyatifiyle başlayan sürece, herhangi bir belirleyiciliği olmadan, adeta izleyici olarak dışardan
“katılacağı” anlaşılıyor. Şimdi bu büyük güçler AKP Türkiyesi’nden, Suriye politikasını değiştirmesini, ateşle oynamaktan vazgeçmesini istiyorlar. Ama, ne yazık ki bana, AKP Türkiyesi elini ayağını yanmaktan kurtaramayacak gibi geliyor. Bu konuya döneceğim.

\n

Ah! Bir zamanlar...

\n

Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisi sırasında,Türkiye ile ilgili gelecekte tatsız sonuçlara yol açabilecek bir algı değişikliği dikkatimi çekti. Bu değişikliğin iki bileşeni var. Biri Erdoğan’la ilgili. Öbürü de genel olarak Türkiye’yle...
Çağaptay ve Jefferey’ye göre geride kalan 10 yıl boyunca Türkiye esas olarak istikrarsız bir bölgede bir istikrar adası olma itibarına sahipti. Ancak Suriye’deki savaş bu kazanımları ve Erdoğan’ın siyasi geleceğini tehdit ediyor. Türkiye, istikrarlı sayıldığı için yabancı sermaye çekerek gelişiyor. Suriye krizinin Türkiye’ye sıçraması halinde bu istikrar algısı kaybolur, ülkenin ekonomik mucizesi de Erdoğan’ın siyasi hayalleri de (New York Times, 16/05).
The Economist’e göre, tüm ekonomik ağırlığına karşı Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiaları şimdi artık inanılırlığını kaybetmiş. Hudson Enstitute’den Fradkin ve Libby’ye göre: “Ankara ne kadar isterse istesin Ortadoğu, Osmanlı tarafından sağlanan barış ve istikrar dönemine dönmüyor...
Davutoğlu’nun Kürt sorununa çözümü, saati 100 yıl geri almak... Din temelli bir birlik oluşturmak.” Davutoğlu’nun romantik biçimde anımsadığı “eski birlik” oluşmayacak. “Ortadoğu’yu dağınıklık ve düzensizlik bekliyor” (Wall Street Journal, 16/05).
Time dergisinden Tharoor da yazısında Erdoğan’ın prestij kaybettiğinden söz ediyordu. Tharoor’a göre, Erdoğan 2011 yılında New York’ta Time dergisiyle görüşürken tarihin rüzgârını yelkenine doldurmuş gibiydi. Erdoğan, “Arap Baharı” ikliminde Ortadoğu’da olayları etkileyen bir yeni Osmanlı sultanı gibiydi. Trablus’ta, Kahire’de ve diğer Arap başkentlerinde kahraman olarak görülüyordu. Hiçbir ülke bölgede bu kadar önemli değildi. İki yıl sonra Türkiye’nin yumuşak gücünün, gücü gitmiş yumuşaklığı kalmış gibi görünüyor. Artık, Erdoğan’ın dünya sahnesindeki imajı eskisine göre daha küçük, daha mütevazı.
Council on Foreign Relations’dan Steven Cook, “İşte yine Washington ve Moskova’nın himayesi altında Cenevre gibi bir yerde konferansa gidiyoruz. En iyi olasılıkla Erdoğan ve siyasi kurmayları bu sürçten suratlarına yumurta yemiş olarak çıkacaklar... En kötü olasılık, ihtiraslarının ve bunlar için büyük güç patronlarına güvenmenin boşluğu ortaya çıkacak” diyormuş (16/05).
Hugh Pope’a göre, Türkiye 2000’ler boyunca ekonomisine, Başbakan’ın prestijine dayanarak Ortadoğu’da büyük kazanımlar elde etmeyi amaçlıyordu. Ama bu sırada tüm büyük yatırımcılarının, ticaret ortaklarına geldiği Avrupa Birliği’ne burun kıvırdı, İsrail’e duygusal tavırlar aldı. Arap ve İranlı yorumcular da Türkiye’nin Ortadoğu politikasında Osmanlı stili bir egemenlik arzusu sezmeye başladılar. Erdoğan’ın Suriye politikası da Türkiye’yi köşeye sıkıştırdı. (The Daily Star 18/05).
İkincisi, dünya basınında uzun zamandır ilk kez, Türkiye ile ilgili risklere, tehlikelere dikkat çekiliyor. Ayrıca, Reyhanlı’daki katliam, savaşın Türkiye’ye sıçraması olasılığı, hükümetin Suriye politikasına ülke içinden gelen muhalefet, Erdoğan’ın başkanlık projesinin tıkanmaya başlaması, siyasal İslam içindeki saflaşmalar, son olarak Reyhanlı olayının ardından, MİT’in Emniyet’i, cemaatin yazarlarının MİT’i suçlama çabaları, Suriye krizi dolayısıyla 400-700 bin arası sığınmacı, sınır kapılarının güvenliğindeki boşluklar konuşuluyor. Türkiye, adeta
yönetilmesi giderek zorlaşan bir ülke imajı yaratmaya başlıyor.
Bu noktada,
“elindeki ateşi alsalar bile yanmaktan kurutulamayacak” kaygısına geri dönebilirim. AKP Türkiyesi, ABD-Rus yaklaşımını benimseyip siyasi çözüm sürecini desteklemeye başlasa bile bu kez dişinden tırnağına silahlı, ülkeye kolaylıkla girip çıkabilen, camileri kullanan halk içinde yaşayan Selefi-El Kaide grupları var. Bunlar ortada kalacaklar. O zaman ihanete uğramışlık duygularıyla Türkiye’yi hedef almaya, Afganistan’ı anımsatacak bir durum yaratmaya başlayabilirler.

\n

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları