Muhteşem Mayıs - Haziran Günleri

03 Haziran 2013 Pazartesi

Hızla bütün ülkeye yayılan muhteşem Gezi Direnişi aklıma yine Bourbon Restorasyonu’nu, “Üç Muhteşem Gün” olarak da anılan Temmuz Devrimi’ni getirdi. “Üç Muhteşem Gün”, 1830 Temmuzu’nda Bourbon rejimini yıkamadı ama rejim de bir daha asla istikrar kazanamadı.

\n

Bir ‘olay’ olarak ‘Gezi Direnişi’

\n

“Olay” kavramının özel bir anlamı var. Üç gelişmeyi birden içeriyor. Hiç beklenmedik bir anda patlak verir. O “olaya” kadar çizgisel, yeknesak biçimde akan zaman “kırılarak” istikrarını kaybeder, oluşan yeni olasılıklarla “ebedi” (eternal) bir boyut kazanır. Nihayet yaşanan toplumsal olay, kapsadığı kitleye, “olay” başlarken sahip olmadıkları bir bilinç, bir ahlak ilkesi sunar. “Olay”ın yarattığı özne bu ahlak ilkesine sadakat beyan ederek onu evrenselleştirmek için mücadeleye devam etmeye kararlı birey, örgüt, topluluktur. Bu anlamda “olay” katılanları değiştirir: “Olay biter izi kalır.
“Olay”, beklenmedik bir anda patlak verir ama her zaman daha önce olgunlaşmaya başlayan bir “olay alanı içinde gerçekleşir. Bu nedenle, “Gezi olayı” beklenmedik bir anda patlak vermiştir ama onu doğuran bir “olay alanının”, özellikle 1 Mayıs’tan bu yana olgunlaştığını kolaylıkla söyleyebiliriz.
1 Mayıs 2013’te İstanbul’un polis orduları tarafından fiilen işgal edilmesiyle
“bir eşiğin” geçildiğine işaret etmiştim. Bu eşik, bir “olay alanının” şekillenmekte olduğunu gösteriyordu:
Reyhanlı katliamını izleyen günlerde ilk akla gelen önlem basına ambargo koydu.
Fazıl Say’dan sonra AKP hukuku Sevan Nişanyan’ı çarptı (Say’ı görmezden gelip Nişanyan için bağırmaya başlamanın ikiyüzlülüğünü saptamadan geçmeyelim). Öpüşme yasağı, ahlak kuralına uygun davranma uyarısı gündemde. Meclis’ten bir alkol yasağı yasası geçti. III. köprüye, Yavuz Sultan Selim’in adının verileceği açıklandı. Başbakan, alkol yasağını dini vecibelere bağladı. Nasıl bir gençlik yaratmak istediğine ilişkin Arapça “şaribül leyli ven nehar bir nesil istemiyoruz” ifadesini kullandıktan sonra, köşe yazarlarını hedef alarak “Yazın bakalım nereye kadar yazacaksınız” dedi.
Bu ve benzer gelişmeleri sıralamak yetmez. Aynı zamanda bunların arasında
“mantıksal bir bağlantı” kurulabilir mi? Bunları kapsayan bir “bütünlük” düşünülebilir mi, diye sormak gerekir.

\n

Siyaset, dil ve mekân diyalektiği

\n

Toplumsal yapının egemen ekonomik ve siyasi güç (iktidar) ilişkileri, ayakta kalabilmek için, kimlerin, neleri, nerede konuşabileceğini, nelerin duyumsanabileceğini, bedenin haz alanlarını denetlemeyi amaçlar. Bunu, nelerin sanat, siyaset kategorileri içine alınarak anlamlandırılabileceğine karar vermeye olanak sağlayan, dile, mekâna, haza ilişkin estetik ve “hakikat” rejimleriyle gerçekleştirir.
Bu saptamaların ışığında yaklaştığımızda
siyasi etkinliğin her zaman bu ifade özgürlüğünün (konuşabilmenin) sınırlarının, mekânlarının, hatta zamanının genişlemesi veya daralmasına ilişkin bir mücadele olduğu görülür.
Konuştuklarında seslerinin duyulması engellenenler, talepleri yok sayılanlar, konuşabilmek için belli kavramlara, mekânlara ve zamana erişmeye çalışırlar. Çalışınca da
yalnızca kendi seslerinin anlam ifade etmesini, kendi anlam sistemlerinin (söylemlerinin) iktidarını arzulayanların, “Gezi Olayı’nda” olduğu gibi sert tepkisiyle karşılaşırlar.

\n

Olayların içsel \tbağlantısı

\n

Olay alanının bileşenlerini, yukardaki saptamaların ışığında değerlendirirsek, aralarındaki zorunlu mantıksal bağı, oluşturdukları “bütünlüğü” görmeye başlayabiliriz.
Fazıl Say ve Nişanyan’a yönelik hukuk işlemleri, içki yasağı, “
yazın bakalım, nereye kadar yazacaksınız” tehdidi, “1 Mayıs savaşları” ve Taksim Gezisi’ndekilere ve destekleyenlere yönelik acımasız, uzlaşmaz tavır, uygulanan şiddet, söylenebilir olanın sınırını, söylenebileceği mekânı belirlemeye yöneliktir. İçki yasağı ve öpüşme yasağı ilk anda hazların sınırlarını belirlemekle ilgiliyse de, “metrodaki uyarı”, “Siz de evinizde için” buyruğu bir başka boyuta işaret ediyor. AKP yönetimi, hazzın kamusal alanda yaşanma biçimini, dolayısıyla mekânını da belirlemeyi arzuluyor.
“İçki yasağı” ise aslında içki yasağı değildir. Bu yasağın siyasetle, kültürle ilişkili, özellikle üzerinde durulması gereken bir boyutu var. Türkiye’de rakı masasının “ayran masasından” (eğer böyle bir şey varsa) çok farklı bir kültürel, bireysel tercih kullanma hakkının ötesinde, siyasi bir anlamı, işlevi var.
Rakı masası, yemekten çok, uzun sohbetlere ilişkindir. İçki mekânları, bakkalın arka bölmesinden ayakçıya, meyhanelere, nihayet lüks lokantalara kadar, yoksuldan, zengine açık bir çeşitliliği kapsar. Bir arada olmaya ilişkindir, dolayısıyla bu ülkenin toplumsallaşma biçimlerinden biridir.
İçki sohbetlerinin uzun, sabahın erken saatlerine kadar sürebilmesi özellikle önemlidir. Rakı içenler bilir ki, zaman geçtikçe konu derinleşir, insan gardını indirir, kimin aslında ne düşündüğü belli olur. Bu sohbetlerde, günlük yaşam sorunlarının çok ötesinde, aşka, cinselliğe, varoluş sorunlarına, edebiyata, sanata ve en
“tehlikelisi” siyasete ilişkin konular masaya yatırılır. Bu masalarda projeler, yeni düşünceler doğar ya da ölür, yeni bağlantılar kurulur ya da kopar. Burası ayran içenin değil, içki ama özellikle rakı içenin mekânı ve zamanıdır. Son içki yasağı siyasal İslamın gözünden, kulağından uzak kalan bu mekânları ve zamanı ortadan kaldırıyor.
Başbakan’ın, Türkçenin yanı sıra tercümeyi gerektirecek düzeyde Arapça ifadeler kullanması kültürel eğilimini sergilerken getirdiği yasakları gittikçe artan oranda dini, ahlaki, emirlere bağlama eğilimi, Fazıl Say ve Nişanyan olayları, açık bir biçimde, siyasal İslamın, zaman ve mekân kullanma, haz denetleme rejimini egemen kılmayı, buna uygun olmayan rejimleri de yok etmeyi amaçladığını gösteriyor.
III. köprü için, Alevilere yönelik katliamlarının yanı sıra yüzü Doğu’ya dönük İran ve Arap uygarlıklarına karşı saldırgan bir politika izlemiş, Arapların elinden İslamın en kutsal emanetlerini ve iktidar kurumu halifeliği almış bir padişahın adının seçilmesiyse anlamlı. Bu isimle, siyasal İslam, AKP hükümetinin aracılığıyla, içerde Sünni olmayanlara, dışarda Müslüman dünyasına tam anlamıyla meydan okumuş oluyor.
Bu muhteşem mayıs-haziran günleri AKP rejiminin 10 yıllık momentumunu kırdı, istikrarını sarstı. “Olay” siyasal İslamın restorasyon projesinin de Bourbon Restorasyonu’nun kaderini paylaşmaktan kurtulamayacağını gösterdi. Ne ki, bu kaderden kurtulma çırpınışlarıyla devlet şiddetinin daha da artması olasılığı çok yüksektir.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları