‘Zamanın gürültüsü’ faşizmin ayak sesleri

14 Aralık 2015 Pazartesi

ABD’den ırkçı Donald Trump’ın yükselişi devam ediyor. Fransa, Polonya, Macaristan, Danimarka, İsveç, Finlandiya gibi ülkelerde faşist karakterli liderlerin, partilerin, popülaritesi artıyor.

‘Zamanın gürültüsü’
Kapitalizm yine bir yapısal ekonomik kriz yaşıyor, sermaye, egemen birikim rejimini yıkarak, kârları restore edecek yeni teknolojik ve mekânsal arayışlara yöneliyor. Bu yıkım, üretim süreçlerinde, sanayilerde, yaşam alanlarında hızda bir altüst oluş, kültürel karmaşa yaratıyor. Dün, sağ (faşist) ve sol (sosyalist komünist) kanatlarıyla modernizm bu altüst oluşun şokunu, sanattan siyasete temsil ediyordu.
Bugün bu altüst oluşun adı, “neo-liberal” küreselleşme, 35 yıldır sermayeyi her türlü kamu denetiminin, sendikaların, hatta kültürel duyarlılıkların kıskacından kurtarıyor, egemen birikim rejimini yıkıyor, kârları restore edecek yeni teknolojik, kurumsal, Büyük Ortadoğu Projesi gibi mekânsal yapılandırma olanakları arıyor. 2007/08 mali krizinden bu yana da yıkımın toplumsal sonuçları ortalığa dökülüyor.
PEW’ün geçen baharda yaptığı bir araştırmaya göre, 6 gelişmiş Avrupa ülkesinde, ailelerin büyük çoğunluğu çocuklarının daha iyi bir dünyada yaşayacağına inanmıyor. Kötümserlerin oranı, Almanya’da yüzde 58, İngiltere’de yüzde 68, Fransa’da yüzde 85.
Bir başka PEW araştırması, çalışanların “Küresel orta sınıf” olarak tanımlanan kesiminin sayısındaki artışın durduğunu, gerilemenin başladığını gösteriyor. Avrupa, ABD’de bu kesimin üst dilimi 1970’lerden bu yana sürekli erimiş, yoksulların, milyonerlerin sayısı artarken toplumsal kutuplaşma derinleşmiş.
Madalyonun öbür yüzünde sermayeye yeni değerlenme mekânları açmak için yapılan finansal, askeri operasyonlarının altüst etiği toplumların, Latin Amerika’da, Doğu Avrupa’da, Afrika’da, Ortadoğu’da kustuğu göçmen, sığınmacı dalgası var.

Güven, güvenlik, korku
Postmodernizm, bu resme baktı, bu acılara çare aramaya ilişkin refleksleri, totaliter, toplum mühendisliği, ulusalcı, sınıf indirgemeci, popülist olarak mahkûm etti, “yalnızca bedenler” onların (etnik, cinsel, dini, ırkçılığa ilişkin) sorunları vardı.
Bu sırada toplumu yönetenlerin (egemen sınıfların temsilcilerinin) günlük yaşamın ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm üretmekte başarısızlığı dikkat çekiyor, dahası önerdikleri çözümler halkın sorunlarına yabancı, hatta ilgisiz olduklarını düşündürüyordu; bunlar halkın güvenini kaybettiler. “İkinci geliş” (1919) şiirindeki gibi “merkez çökmeye” başladı.
Çalışanlar, gerçek anlamda yoksul değil ama, ev, otomobil, kredi kartı borçlarına, okul, sağlık harcamalarına ilişkin kaygıları gittikçe artıyor. Bu noktada iş, emeklilik güvencesi talebi öne çıkıyor. Alt sınıflarda hızlı yoksullaşmanın körüklediği, küçük suçlardaki artışla, kültürdeki sertleşmeyle de bir güvenlik sorunu yaratıyor.
Batı’nın yıktığı, yıkılmasında rol oynadığı toplumlardan gelen göçmen, sığınmacı dalgası, hem “çokkültürlülük” hem de “asimilasyon” politikalarının birlikte iflas ettiği toplumlara çarpınca, bu kez, “yerlici” (işim, dinim, kültürüm elden gidiyor) korkuları derinleşiyor.
Öncelikle çalışanları etkileyen bu güvensizlik, korku ortamında, sol hareketin bir etkisi yok. Buna karşılık, sağ popülist partiler, sanayiye korumacılık, çalışanlara daha yüksek asgari ücret, daha erken emeklilik, refah devletinin restorasyonu gibi vaatlerle ortaya çıkıyorlar. Bunlar, gerçek korkulara cevap veren vaatler. Ancak aralarına ırkçılık, yabancı düşmanlığı, din girince faşist bir ideolojiye dönüşüyorlar...
Batı ülkelerinde faşizm, bugün, yarın henüz iktidarı ele geçirecek bir düzeyde değil. Ya, öbür gün?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları