Putin ile yeni sayfa

11 Ağustos 2016 Perşembe

St. Petersburg denince aklıma Çarlık dönemi sarayları gelir.
Petersburg’un kuruluş döneminde Deli Petro tarafından inşa ettirilen tüm bu sarayların tek hedefi vardır: görkem ve zenginlikte Batı’yı geçmek, Batı’ya nispet yapmak ve fark atmak.
Petersburg’un tüm saraylarını gezecek fırsatım olmadı ama “Petro”nun gözbebeği olan “Peterhof”u görmüştüm. Sarayın “taht” ve “arz” salonları dün gibi aklımda. Her iki salonun da duvarları çepeçevre Osmanlı donanmasının Çeşme’de yakılmasını konu alan “Çeşme tablolarıyla” doluydu.
Rus donanmasını Avrupa’nın bir ucundan Baltık’tan dolaştırarak Akdeniz’e sokan ve Çeşme’de Osmanlı donanmasını gafil avlayarak çıra gibi yakan (1770) II. Katerina, bu tabloları sonra buraya koydurmuş.
Rehberler anlatmıştı. Tutuşturulan Osmanlı filolalarının poz poz tablolarının sarayın iktidar mevkiine yerleştirilmesinin iki anlamı varmış:
1. Muhataplara “İşte biz adama bunu yaparız!” mesajı vermek,
2. Rus İmparatorluğu’nun yükselişinde kilit önem taşıyan Çeşme zaferinin altını çizmek.
Sarayı gezdirenler “Rus İmparatorluğu’nun yükselişi” ile “Osmanlı’nın küçülüşünün” ters orantılı olduğunu anlatmış, Çeşme badiresini Küçük Kaynarca’nın (1774) izlediğini, ardından Kırım’ın kaybedildiğini (1783) hatırlatıp; Osmanlı’ya “hasta adam” lakabını Çar I. Nikola’nın (1853) taktığını eklemiş; Ruslarla bir düzine savaşta hep Osmanlıların yenildiğini vurgulamışlardı.

Petersburg Çarlık tarihidir
Putin gerçi Erdoğan’ı “Peterhof”ta kabul etmemiş. Yerine konuğunu Çarların saplantılı arzusu olarak bilinen “Konstantinopolis”in kurucusu olan Konstantin’e adanan “Konstatin Sarayı”nda ağırlamış. Yandaş basının bir taltif diye gördüğü bu ayrıntı aslında yukarda özetlediğim tarihe yapılan bir mafyozi “ayağını denk al” vurgusu...
St. Petersburg, Moskova’dan çok daha güçlü biçimde Çarlık Rusyası tarihinin hissedildiği bir yer. Rus İmparatorluğu’nun geçmiş görkemini yeniden kurmak isteyen son “Çar” Putin belli ki “Sultan”a, Rusların hiç unutmadığı bu tarihin devamlılığını hissettirmek istemiş. İşe bakın ki “Konstantin Sarayı”ndaki bütün salonlar arasında muhatabını ayrıcalıklı müttefik “Yunanlılar”a atfen “Yunan odası”nda ağırlamış.
Osmanlı’nın bütün bu çöküş dönemini tamamen görmezden gelen ve Osmanlı’yı hâlâ en şaşaalı çağındaymış gibi yere göğe koymayan Erdoğan, ironiye bakın ki şimdi o çöküşün baş sorumlusu devletle al takke ver külah “tarihi yakınlaşma” yaşıyor.

Taktik, strateji farkı
Uluslararası ilişkilerde “ezeli dost/düşman” yok, çıkarlar var. Elbette bunu biliyoruz. Ama insan gene de bu arka plan önünde Rusya ile tüm zamanların en iddialı yakınlaşmasını, kendisini rakipsiz “Osmanlı varisi” sayan bir liderin gerçekleştirmesine şaşmadan edemiyor. St. Petersburg seferi bize bir kez daha RTE’nin pragmatizminin hiçbir sınırı olmadığını öğretiyor.
Petersburg’daki “el sıkışmanın” iki lider için bir numaralı değeri hiç kuşkusuz Batı’ya meydan okumak.
Putin için bu meydan okumak Ortadoğu ve dünya dengelerini etkileyebilecek “stratejik” planlar içerirken; Erdoğan için “taktik” anlam taşıyor.
Putin öteden beri hep “stratejik”, Erdoğan ise “taktik” kollayan bir lider.
Aradaki farkı “New York Times”a konuşan Türk-Rus ilişkileri uzmanı Aleksandr D. Vasilyev şöyle anlatmış:
“Erdoğan Rusya’yı Batı ile pazarlıkta koz olarak kullanmak istiyor” diyor Vasilyev ve ekliyor: “Erdoğan açısından nihai hedef aslında Batı, Rusya değil...”
Rusya da Erdoğan’ın iyi bildiğimiz felsefesi uyarınca özetle “amaç değil araç” olmuş oluyor.
Ama Rusya kendini Erdoğan’a “araç” eder mi, o ayrı konu.
Erdoğan’la Putin’in “Konstantin” sarayının “Yunan odası”ndaki beden diline bakacak olursak kimin kimi kendine “araç” edineceği hakkında net fikir edinebiliriz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları