Muhalefet ve siyaset

12 Ocak 2017 Perşembe

Laikliği savunmakla, terörizmi desteklemek eşitlenir, dinci totaliter bir rejim gerçekleşmeye başlarken bence vurgulanması gereken bir konu var: AKP liderliğinde siyasal İslam, en kritik anlarda, projesini, karşısındaki güçlerin biteviye tekrarladıkları bir hatadan başarıyla yararlanarak ilerletti.
Bu “hatayı”, Jacques Rancière’in, Disagreement: Politics and Philosophy (Anlaşmazlık: Siyaset ve Felsefe) başlıklı çalışmasındaki düşüncelerden yararlanarak irdelemeye çalışabiliriz.

***

(1) A ve B bir duvara bakıyorlar. Biri beyaz diyor öbürü siyah. Bu durumda A ile B arasında bir uzlaşma umuduyla tartışma yürütmenin zemini yoktur. (2) İkisi de beyaz diyorsa, ancak B beyaz derken, beyazı değil de başka bir şeyi kast ediyorsa ve A bunu anlamıyorsa, iki taraf arasında anlamlı bir tartışma sürdürülemez.
Bu saptamaları siyasete, duvarı toplum, beyazı da hakikat olarak transfer edersek, ikinci durumda, devreye felsefenin (düşüncenin) girerek “beyazlık” konusuna açıklık getirmesi gerektiğini söyleyebiliriz. A “beyazın” anlamını açıklığa kavuşturmadan tartışmayı devam ettirdikçe, B’nin “beyazlık” anlayışını egemen kılma sürecinin bir aracına dönüşür. Bu hatanın sonuçları ortaya çıkmaya başladığında A, “kandırıldım” derse, en azından, samimiyetsizlikle suçlanmaktan kaçınamaz.
Ne CHP, ne de kentli orta sınıflar üzerinde belli bir etkiye sahip liberal entelijansiya, hatta Kürt siyasi hareketi, “demokrasi”, “vesayet”, “Laiklik”, “Kürt sorunu” dendiğinde AKP liderliğinin aslında neyi anladığını, bu kavramlara kendilerinin yüklediğinden farklı bir anlam yükleyip yüklemediğini düşün(e)meden, kendi arzularına uygun kanaatlerle davranmayı seçtiler. Sanki “beyazlıktan” aynı şeyi anlıyorlarmış gibi konuşmaya devam ettiler.
CHP, AKP tabanını etkileme kaygısıyla, kendi laik demokratik tabanının kaygılarını, solunu ihmal etti, etkin bir muhalefet hattı kuramadı. Liberal entelijansiya, siyasal İslamın, en kritik anlarında, projesini ilerletebilmek için gereksinim duyduğu marjinal desteği, ona taşıyarak, aslında “intihar” etmekten kaçınamadı.

***

CHP, ülkenin geleceğine ilişkin, AKP’de temsil edilen siyasal İslamla arasındaki anlaşmazlığın, konuşularak aşılabilecek türden olduğu, kendi temsil ettiği dünya ile siyasal İslamın amaçladığı dünyanın uzlaşabileceği kanısını hâlâ koruyor. Böylece ne kendi amaçladığı dünyayı tanımlayabiliyor ne de AKP’nin projesine hizmet etmekten kurtulabiliyor.
Kimi liberal entelektüeller de şimdilerde, AKP’nin gerçekten dindar olmadığını, İslam dininin ahlakına uymadığını anlatmaya çabalayarak “hatalarını” tekrarlıyor. “Uysalardı her şey bambaşka olabilirdi fantezisini” desteklemenin ötesinde, trajik olan şu ki, AKP’de temsil edilen siyasal İslam açısından, gerçek İslam dini lider ne diyorsa odur! Ve bu varsayım toplumda ekonomik artığa ulaşmalarının da aracıdır. Dolayısıyla bu eleştiriler hem o varsayımın, hem de maddi çıkarların “filtresini” aşamaz, aşsa da, siyasal İslamın liderliği, tabanı açısından, bir gürültü olmanın ötesine geçerek anlam kazanamaz. Dahası, tartışmayı siyasal İslamın “hakikat rejiminin” ve “dilinin” içine çekerek, bu “rejimin” gerçek bir eleştirisinin, karşısında tutarlı bir laik proje ve anlatının kurulmasını zorlaştırır.
Şimdilerde, anlaşılan sıra, “bağımsızlık arzusu” üzerinden “ulusalcı” entelijansiyaya geldi. Bunlar, “‘Bağımsızlık’tan aynı şeyi mi anlıyoruz?” “Bugünkü dünyada ‘kapitalizm ve bağımsızlık’ birlikte olabilir mi?” gibi soruları sormadan, “bağımsızlık arzusunu” AKP ve Siyasal İslamla paylaştıklarını varsayabiliyorlar. Böylece, onlar da, Siyasal İslam’ın projesi açısından kullanışlı bir araca dönüşmenin ötesinde, laik-demokratik bir muhalefetin şekillenme şansını zayıflatıyorlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları