Kar... Onat... Terör...

12 Ocak 2017 Perşembe

Ne çok, ne çok kar yağdı... Acılarımızın üzerine, yitirdiğimiz canlar, tuttuğumuz yas üzerine, sorunlarımız ve sorularımızın üzerine, biriktirdiklerimizin üzerine kar yağdı... Umutlarımız ve umutsuzluğumuz üzerine kar yağdı...
Karda, karnı tok ve çalışmak zorunda olmayan, üşümeden oynayabilen çocuklara bol bol kahkaha yağdı; okul yaşındakilere tatil yağdı...
Kendini evde hapsedilmiş hissedenlere sıkıntı yağdı... Eve kapanmaktan mutlu olanlara kitaplar, filmler, sohbetler yağdı...
En çok, en çok laikliğin üzerine kar yağdı. Laikliği savunan gençlerin gözaltına alınması... “Türkiye laiktir ve laik kalacak gibi söylemler ancak teröre destek olmaktır” diyebilen yöneticilerin varlığı... Televizyon tartışmalarından evlerimize dökülen yalanlar... Kulaklarımızı pisleten yalanların tekrarlanması ... Sonra Meclis’e yaklaşmayı yasaklayan TOMA’lar, sıkılan gazlar, tazyikli sular, inen kalkan coplar kalkanlar... Sonra Meclis’te göstere göstere “kapalı oylamalar”... Yine Meclis’te “Sana ne lan” hassasiyeti... Onca yağan kar bile temizleyemedi, silemedi bu söylemleri, bu eylemleri...
Ne çok kar yağdı çalışmaya çalışan gazetecilerin, çalışamayan 9 bin gazetecinin ve hapisteki 147 gazetecinin üzerine... Hapisteki meslektaşlarımız üşüdü mü diye düşündüm. Bu düşüncem de kar altında kaldı...
Aslı Erdoğan’ın geçen pazar Ayşe Arman’a verdiği yanıtlar, gözyaşları içinde okuduğum o güzelim röportaj, ne kadar kar yağarsa yağsın, içimi ısıttı. Sonra yine kar yağdı... Sonra Hayko Bağdat’ın “Kurtuluş Çok Bozuldu” kitabı içimde bahar çiçekleri açtı... Sonra çiçeklerin üzerine de yine kar yağdı.
Böyle kar yoktu Onat’ı yitirdiğimiz gün. 11 Ocak’tı. Ama sanki dünya, dünyamız buz kesti... Ne çok, ne çok üşüdük onsuz.
Dün, gidişinin yıldönümüydü. Bir değil birkaç kuşağın yaşamına, akılla, duyarlılıkla, vicdanla, bilgiyle, birikimle dokunmuş olan Onat Kutlar’ı bir terör eylemi koparmıştı bizden.
“Terör - Herkesin kaybettiği tek oyun” başlıklı yazısının bir yerinde söyledikleri, bakın karı eritmeye başladı bile. Bu yazı da onun sözleriyle bitsin:
“Terörün anlamı ve kapsamı, onu kullanana göre değişmez. Giyotinin bıçağı, kutsal kralı, vatansever ve bozulmaz Robespierre’i, hayalci ozan Chenier’yi, serseri Sans Culotte’lardan birini ya da hain İsviçreliyi aynı umursamazlıkla keser.
Tıpkı Güneydoğu Anadolu’da şiddetin gencecik askerleri, küçük çocukları ve Kürt gençlerini aynı umursamazlıkla yok ettiği gibi.
Hiçbir şiddette kazanan yoktur. Herkesin birden kaybettiği tek oyundur terör. Korkunç bir oyundur.
Andre Chenier’nin öldürülmesi ile ilgili söylenceler vardır. Bunlardan birine göre ünlü şair kafasını demirin aralığına koymadan önce bağırmış: ‘Bu kafada bir şeyler vardı!..’
Evet. Her öldürülenle bir evren yok edilir.
Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ideoloji, hiçbir hak, hiçbir öfke, hiçbir yetki doğrulamaz öldürmeyi.
Kralın ve soyluların gaddar köpekleri kadar, halkın temsilcileri, dağlılar da düşünmelidirler bunu.
Günlerdir çıkıp İstanbul’un sessiz ve eski sokaklarında dolaşmak istiyorum.
Hava ağır ağır serinliyor. Eylül geliyor. İyi güz günleri. Barış... Ama çıkamıyorum. Nereye yürüsem ayağıma kan bulaşıyor. Terör içindeyim.”
Haklısın Sevgili Onat ... Eylül de ve şimdilik barış da çok uzakta...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları