Olaylar Ve Görüşler

Değişim mühendisliği

18 Ocak 2017 Çarşamba

İktidardakiler, yargı ve eğitim konusunda kendi vizyonlarına hizmet edeceği kesinleşen kazanımlarının yanı sıra totaliter bir “tek adam” sistemi getirme konusundaki kararlılıkları ile de yıllardır devam eden bir uygarlık mücadelesinin rotasını değiştirmeyi başarma noktasına geldiler

Kurt Lewin 1890’da Polonya’da doğup II. Dünya Savaşı öncesi Amerikaya göç etmiş, sosyal psikolojinin kurucuları arasında sayılan önemli bir sosyal psikolog. Lewin’in planlı toplumsal değişim kuramı, özellikle Ortadoğu ve kimi Afrika ülkelerinde uygulanarak da karşılığını bulan uzun bir “dönüştürme” sürecinin aşamalarını anlatır. İlk aşama çözülme aşaması ve mevcut düzenin zihinsel, duygusal ve fiziksel açıdan halkın gözündeki itibarını düşürmekle ilgili sistematik girişimleri kapsar. Böylelikle var olanı parçalamanın zihinsel gerekçeleri hazırlanıp yayılarak, güçlü bir dirençle karşılaşma ihtimali “sözde” zayıflatılmış oluyor. Değişimin fiili olarak uygulandığı ikinci aşamada yeni “liderlerin” yeni “vizyonlarına” hizmet edecek altyapı kurumları yeniden tasarlanır. Bunlar arasında özellikle eğitim, yargı, hukuk gibi toplumun kültürel dokusunu doğrudan etkileyecek düzenlemeler ele alınır. Dondurma aşaması ise değişimin uzun dönemli olması ve sürekli kılınması için alınması gereken önleyici tedbirleri içerir.

Son gol çalışmaları
Bugünlerin birikiminin yani varoluş değerleri ile organize ve sistematik biçimde oynanmaya başlanmasının çok eskilere dayandığını biliyoruz. Ancak en kararlı ve sistematik bir paradigma değişikliği sürecinin bu hükümetle başlatıldığı, sürdürüldüğü ve nihayet parlamenter rejime son golün nasıl cansiparane çabalarla atılmaya çalışıldığı, birlikte şahit olduğumuz bir gerçek. İ

lk açık savaş
Hatırlıyorum, itibarsızlaştırmayla ilgili dikkatimi çeken ilk “açık savaş” 2000’li yıllarda bir sabah gazetede okuduğum “Laikler suç işliyor” manşeti ile başladı. İşe nasıl güçlü bir algı yönetimi ve ayrımcı taktiklerle girişildiğini belki de öngördüğümden, başlangıçta kanımı donduran bu manşet sonraları, Kurtuluş Savaşı, laik yaşam biçimi ve Atatürk üçgeninde sürdürülen Cumhuriyeti değersizleştirme yönündeki sistematik yöntemlerle ivme kazandı. Yargı ve eğitim konusunda kendi vizyonlarına hizmet edeceği kesinleşen kazanımlarının yanı sıra totaliter bir “tek adam” sistemi getirme konusundaki kararlıkları ile de yıllardır devam eden bir uygarlık mücadelesinin rotasını değiştirmeyi başarma noktasına geldiler.

Öz kültür tiplemeleri
Bu süreçte “özümüze, kendi kültürümüze dönelim” söylemleriyle teşvik edip bizzat söz sahibi olanların -kimi demeçleriyle- baş oyuncu oldukları “öz kültür”lerinin yetiştirdiği örnek insan tiplemelerine şahit olduk: “Ananızı...” diyerek Türkiye’nin istediği yerinde inşaat yapabilme izni koparan başarılı mütaahitler, etrafa saldırmaktan başka bir işi olmayan Twitter kurdu psikopat troller, cehalete övgü düzen üniversite rektörleri ve onları ödüllendiren siyasi anlayış; tecavüzcü cemaat liderleri, çocuk yaştakilere tecavüzü akıl oyunlarıyla meşrulaştırmaya çalışan siyasetçiler, suçluyu değil suçu ortaya çıkaranı cezalandıran siyasi akıl; sınırları olmayan patolojik bir Makyavelizm ve bunu “real politika” olarak pazarlayan medya “guru”ları; 21. yüzyılı kucaklama derdi belli ki hiç olmayan din referanslı toplum mühendisliği; kişisel menfaat ve içgüdüleri ve ilk-el refleksleri dışında bırakınız demokrasiyi ortak yaşamla ilgili hiçbir temel ilkeyi varsaymayan yağmacı bir keyfiyet, görgüsüz bir zenginlik ve güç hırsı ve ne yaparsak yapalım bize zarar gelmez sanrısının getirdiği cesaret.

Cesaret ve aymazlık
Bu cesaret ve aymaz tutum Meclis’teki kapalı oylama sürecine de yansıdı. Suçüstü yakalanan bir bakanın “İstediğim gibi oy atarım sana ne” tepkisi ya da bir diğer milletvekilinin evdeki eşini ya da çocuğunu azarlar edasıyla “Söyledim çekme diye yine çekmeye devam etti” açıklamasındaki şiddeti haklı göstermeye çalışan sığlık, “frontal lobdan yoksun” bir siyasetin ne denli tehlikeli ve kontrolsüz olabileceğinin açık örnekleri... Ve bu durum o çok sevdikleri milletin pek de kale almadıkları bir bölümünün -en hafifinden- ruh sağlığını zedeliyor şüphesiz.

Her şeye rağmen
Artık bizleri ‘ne hale’ dönüştüreceği netleşen bir ‘O’hal yaşıyoruz. Onların gözünde “eski”ye övgü yapan herkesin çeşitli biçimlerde cezalandırılacağı, taşların yerine oturtulacağı, ülke rejimine uygun yeni insan tiplerinin oluşturulacağı ve toplumun her kesiminin bu insanlarla yapılandırılacağı uzun yıllar var önümüzde. Dün bugünün aynasıydı; bunun adı demokrasi, olur böyle şeyler dedik! Bugün de yarına ışık tutuyor. Değişim mühendisliğinin yaşamakta olduğumuz bu son aşamasında başımıza gelecek hiçbir şeyin artık münferit olmadığını bilmemiz gerekiyor.
Her şeye rağmen zaman iyimserlik, umut, güzel bir gelecek için bize benzeyenlerle birlik olma, görmek istediğimiz gelecek için birlikte mücadele verme, birbirimizden cesaret alma, diretmelere yaşam biçimlerimizle, evrensel sanatla, düşüncelerimizle, sorgulayarak, oy vererek direnme, sesli ya da sessiz çığlık atma, vicdanı olan iktidardakileri muktedir olmaya çağırma zamanıdır. Artık bu karşı koyuşun yol ve yöntemleri cesaretle tartışılmalı, hayata geçirilmelidir. Bu kaybetmek üzere olduğumuz ve her gün ensemizde hissettiğimiz bir uygarlık savaşıdır ve geri dönüşü zordur.

TÜLAY BOZKURT Prof. Dr.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları