Kimden söz ettiğimi anlamayan
olmayacaktır. O üç fidan Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan,
benim gözümde, üç vicdandır, bir başka
deyişle, üç bilinç. Her biri toplumumuzun
bir vicdanını simgeler. Biri uygarlığa
işaret ederken öteki çağdaşlığa, üçüncüsü
insanlığa. Üçü birden hak ve adaleti
gösterirler. Onları asmakla vicdanları
astık, bilinçleri yok ettik. Astık ama
ülkeyi rayına oturtamadık; dahası,
çağdaşlaşamadık, uygarlaşamadık ve
insanlığımızı yitirdik. Ardından hak
hukuk arar olduk.
Türkiye 1950’den başlayarak yani tek partili dönemden çıkıp çok partili siyasal dizgeye geçince, kalkınmış ülkelerde olduğu gibi karşılıklı hoşgörü ortamına, kalkınma ve dayanışmaya dönük yarışma içine girmek yerine ateşli bir rekabet ortamına girmiş; kin, öfke, intikam ve hırsın kol gezdiği, insanı insana düşüren durumların yaratıldığı ve sonunda kardeşi kardeşe düşman eden çıkmazların yaşandığı bir ülkeye dönüşmüştür. Yaşanan darbeler bu çıkmazların tuzu biberi olmuştur.
Türkiye çağdaşlaştı mı, uygarlaştı mı, yoksa insanlığını mı buldu? Bulmadı. Ve nice işkence, zulüm, intikam, gaddarlık, öfke, yıllardır, hiçbir işe yaramadı. Üç fidan bir intikam uğruna asıldılar. Evet, o zamanın ve ne yazık ki şimdinin de o bitmez tükenmez partiler arası karşılıklı aşağılayıcı söz düellolarının ateşlediği intikamcı duyguları tatmin etmek uğruna asılmış olduklarını gösterdi zaman bize.
Hiç baktınız mı fotoğraflarda bu çocukların gözlerine... Nâzım’ın dediği gibi, “boşuna bakacaklar gözlerime korkuyu görmek için”. O üç fidanı darağacına gönderenler de boşuna bakmışlardı gözlerine çünkü “korku” yoktu gözlerinde, yalnızca hüzün vardı, hüzün...
Anlaşılamamış olmalarının
hüznü vardı, insan severliklerinin
benimsenmemiş, kardeşlik duygularının
itelenmiş olmasının, yurttaşlık
yaklaşımlarının yoruma kapalı
tutulmasının hüznü vardı o gözlerde.
O cellatlara hiçbir şey demedi. Ancak
Rodrigo’nun gitar konçertosunu dinlemek
sevdası vardı içinde ölmeden önce,
dinledi. Deniz kendini buldu bir kez daha
o konçertoda, ya cellatlar?