Yeniden Köy Enstitüleri

12 Mart 2017 Pazar

Yıl 2004. O yıl haziran ayında bizim film atölyesinden (Atölyenin adı: Herkes Film Yapabilir) yedi kişi, farklı bir insanın, farklı bir belgeselini yapmak için yeşilden ötürü renkli fotoğrafların bile siyah-beyaz çıktığı Karadeniz’e doğru yola koyulduk. Orada Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün ilk mezunlarından Musa Hoca’yla buluşacaktık. Kimdi bu Musa Hoca? O yaşadığı köyü değiştiren, Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde öğrendiği yaşam derslerini herkesle paylaşan, politikayla, sanatla ilgili bir dev adam. Onu Marlon Brando’ya benzettiğimde, beni azarlayan; “Boş ver Marlon’u, ben Fidel Castro’yum” diyen biri. Ben onu çekim ekibine anlatmıştım ama gözle görmek, Musa Hoca’yla yaklaşık on gün yaşamak çok farklıydı. Musa Hoca her yaptığıyla, özellikle ekibin yaş ortalaması 25 olanlarını pek şaşırtmıştı. Ve çekim bitip Musa Hoca’dan ayrıldığımızda kamerayı kullanan içimizdeki en genç arkadaşımızın şu sözleri hep aklımda kaldı: “Köy Enstitülerini kapatanlar, benim geleceğimle oynamışlar. Enstitüler kapatılmasaydı, Türkiye Musa Hocalarla dolardı ve bizler yaşamın iyiden, güzelden, faydadan yana değiştirilebilir olduğunu öğrenerek büyürdük. Umut etmeyi, ütopyalar kurmayı bize öğretirlerdi. Ütopyalarımızı gerçekleştirmek için yola koyulmayı da.’’
Şimdi durup dururken bu anı nereden aklıma geldi. Geçen hafta Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin “2017 Yılında Kadın” paneli için, İzmir’deydim. Bende öyle oluyor, ne zaman Köy Enstitülerinden söz edilse bir ağlama isteği gelip beni buluyor. Ve haykırmak istiyorum: “Hey bir mucizeyi yok ettiler!” Gerçekten Kurtuluş Savaşı sonrası bir ülkenin nasıl adım adım inşa edildiğini öğrenmek, bilmek için, Köy Enstitülerinin yarattığı mucizeyi bilmek gerekir. Sürekli Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’i aşağılayanların, o yılların Türkiye’siyle ilgili belgeselleri izlemediklerini düşünüyorum. Ve Köy Enstitüleriyle ilgili kitapların hiçbirini okumadıklarını da!
Çünkü tembeller ya da öğrenecekleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü o belgesellerde, kitaplarda ülkenin ne denli yoksul, ne denli korunaksız olduğunu görecekler. Sözüm ona tarihsel dizilerdeki haremde eğitim filan hak getire, ülke veremden, sıtmadan ölmeye yatmış bir ülke! Okuyanı yazanı parmakla gösteriliyor. Ülkede ev yapmak için çivi bile yok! İşte mucize kendini gösteriyor, Köy Enstitüleri, yoksul köy çocuklarını kadınerkek bir araya getiren, onları birer öncü olarak yetiştirmeye çalışan Köy Enstitüleri.
Çünkü onlar yaparak öğreniyorlar, ekerek öğreniyorlar, balık tutarak öğreniyorlar ve her biri köylerine döndüklerinde, birer yol gösterici oluyorlar.
Bu ülkenin gerçeklerini ilk yazan yazarlar onların içinden çıkıyor. İlk türküleri derleyenler onlar, hiçbir şey bilmeyen köylülere kadın-erkek ayrımı yapmaksızın, ilk harfleri öğretenler onlar! Ama böyle bir mucize tehlikeli. Hele de Kurtuluş Savaşı’yla kurulan bir ülkenin bunu gerçekleştirmesine asla izin verilmemeli! Çünkü kapitalist dünya düzeni, böyle gerçek başkaldırıları sevmez. O kendinin biçimlediği ülkeler ister! Bu nedenle iktidarları ele geçirir, binlerce oyunu vardır ve sonuç Köy Enstitüleri kapatılır. Eğer mucize devam etseydi, bugün Türkiye kendine yeten, eşitliğinin, adaletin türkü söylediği, mutlu insanlar ülkesi olurdu.
Her seferinde bunları düşündüğümde beni ağlatan budur. Elbette sadece ben değil, pek çok kişi bunu bilir, bildikleri için de 2001 yılında “Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ni” kurdular. 2500 abonesi olan bir de dergileri var. İMECE! Ve Köy Enstitülerini yeni kuşaklara anlatmak, eğitimde yeni bir yol bulmak için pek çok kitap bastılar, pek çok toplantı yaptılar. Amaç yeniden bir mucize yaratmanın yollarını bulmak! Bizler de bildiğimiz, duyduğunuz hikâyeleri bu dernekle paylaşabiliriz. Çalışma grupları kurup yepyeni bir eğitimin tohumlarını atabiliriz. Çünkü gerçek ve en ağır karşı darbe eğitime yapılmıştır. Okullar, ülkenin başkentini bile bilmeyen öğrencilerle dolu. Bunu hak etmiyorlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları