90. Yıl’ın 3 Eki... Kısa Bir Ek Daha..

09 Mayıs 2014 Cuma

Ülkemizde ilk kez bir gazete 90. yaşını kutluyor.
Bu başlı başına bir haber...
Havuz medyasında çıt yok.
Ertuğrul Özkök ise örnek bir kadirşinaslık sergilemiş.
Hürriyet’teki köşesinde dün, bu 90 yılı 3 ayrı bölümde özetleyen eklerimiz üzerinden Cumhuriyet’i değerlendirmiş.
Aslında biraz da, Cumhuriyet’le kesişen, kendi “kısa şahsi tarihini” yazmış.
Bu da doğal..
Genellikle kıdemli bir gazetecinin (ve siyasetçi) yeri ve fırsatı geldiğinde kendi şahsi tarihinden söz etmesi bir tür mesleki etkinlik!
Özkök, meslekte 35 yılı devirmiş ve 20 yılını “Amiral Gemisi” kaptanlığında geçirmiş, seveni-sevmeyeni hatta gıcık kapanı her dönemde bol olmuş bir meslektaş.
“Çok Yaşa Cumhuriyet” başlıklı yazısında, Cumhuriyet için takdirkâr ifadeler kullanıyor.
“Bugün gazeteci diye gezebilen yüzlerce insanın” yetiştiği ve “büyük kurum” dediği Cumhuriyet için övücü sözler ediyor.
Ama “Bir Cumhuriyet okuru olarak” Hasan Cemal’den yeterince söz edilmediğinden yakınıyor.
Aslında 90. yıl için 3 ayrı ek yerine “Biz de Hasan Cemal’i çok sevmiştik!” diye bir kitap çıkartabilseydik, kendisinden fazlasıyla söz edilebilecekti.
Ama gazeteyi 150 binlik tirajlardan bugünlere getiren süreci ilgiyle okuyabilecek okur kaldı mı emin değilim.
Ama belli ki Özkök’ün aklı, o “altın günlerde” kalmış.
Sözü sonunda bendenize getiriyor:
“Hadi genel yayın yönetmenliğinden silindi. Hiç olmazsa Ahmet Tan’ın Ankara Bürosu’nu yazdığı bölüm de olabilirdi” diyor.
Ve “Haksız mıyım?” diye soruyor!
Hemen söyleyeyim:
“Haklı değilsin Ertuğrul Bey!”
Çünkü...

***

Hasan Cemal silinmiş falan değil.
Tam dört ayrı yazıda adından söz ediliyor.
Üç ayrı yerde de büyükçe sayılacak fotoğrafı kullanılmış.
Özellikle İlhan Selçuk için sonradan yazdıkları (annesinin Ermeni olduğu vs.) ortadayken hakkında kesinlikle olumsuz hiçbir laf edilmiyor.

***

Her neyse...
Gazete benden sadece “çalıştığım dönemin” Ankara Bürosu’nu yazmamı istedi.
Cumhuriyet’te ilk imzam çıktığında Hasan Cemal ne gazeteye girmişti ne de bürodaydı. (Uğur Mumcu, Altan Öymen, Yalçın Küçük, Füsun Özbilgen gibi bendenizin de kadrosu ANKA’da olduğu halde haber ve yazılarımız Cumhuriyet’te çıkıyordu.)
Hasan Cemal’den söz etmedim.
Çünkü, o Ankara temsilcisi olduğu dönemde ben Ankara’da değildim.
Ben Ankara temsilcisi olduğumda da o İstanbul’daydı.
Evet, Hasan Cemal ile halef-selef idik.
Ama “Ben de Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim!” diye bir kitap yazmaya niyetim yok.
Kısa yazmam istendiğinden, gazeteyi Ankara’da onlarca yıl sırtında taşıyan cefakâr, vefakâr Vural Saygılı’ya, Sofu Tuğrul’a “Bobin Tadatçısı Naci Abimize” bile yer verememiştim.
Onlarca gazetecinin gelip geçtiği uzun bir dönemden söz ediyoruz.
Büromuzun en parlakları arasında yer alan, daha sonra sizin de iki kademede selefiniz ve mevkidaşınız olan Enis Berberoğlu’nu bile unuttum.
Hafızayı beşer, durmaz şaşar dörder beşer!
Bir de zülfü yâre dokunmamak için kasten es geçtiklerim var.
Yazmaya kalkılsa Nadir Bey’in cenazesini Yeniköy’de oturduğu evin kayıkhanesinde ve 10 mumluk bir ampulün aydınlığında sabaha kadar tek başıma beklediğimden girip...
“Sen bu işlere daha alışkınsın!” diyen o günkü gazete yöneticileri gibi Müşerref Hekimoğlu ablamızın da erkenden çekip gitmesinden çıkmak gerekecekti...
O zaman da anlattıklarımız gazeteninki değil, kendi “kısa şahsi tarihimiz” olacaktı.

***

90 yıl çok uzun bir zaman...
Baştan başa bir devletimizin tarihi...
Cumhuriyet gazetesi bir tek kişiye mal edilemeyecek kadar uzun, soylu ve onurlu bir geçmişe sahip.
Kendisini bu geçmişin bir devamı ve paydaşı sayan değerli okurları sayesinde Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yaşayıp gidecek...

Kol Saati Vakti Yaklaşırken  
İktidar katında, kol saati almak moda...
Çok şükür, şimdilik, halk arasında “kol saati göstermek” pek moda değil.
Çünkü mahkemeler bu eylemi tıpkı “ayakkabı kutusu” göstermek gibi suç sayabiliyorlar.
Aile terbiyesi muhkem olan okurlar için anımsatmakta yarar olabilir.
“Kol saati göstermek” bir deyim ve eylem...
Kol saati göstermek için...
Saatini gösterir gibi, sol elini yumruk yapmak...
Kıvrık olan işaret ve orta parmakların arasından başparmağın ilk boğumunu göstermek yetiyor...
Bu ifadeyi daha güçlü kılmak isteyenler, hissiyatlarını ifade etmek istedikleri şahsa doğru, '73ağ el ile sol bileğini kavramak suretiyle, kol hizasından aşağı yukarı sallayabilirler.

***

Siyasi sözlüğümüzdeki yeri çok eskidir.
Ama çok şükür kol saati gösterme ihtiyacı ve kol saati hediyesi gibi şimdilik o kadar da yaygın değil.
Kol saatiyle ilgili eski bir olay anlatılır.
Hekim ve profesör baba ile ressam annenin terbiyesini almış kolejli Bülent Ecevit de, avanta “kol saati” almayı da “kol saati göstermenin” anlamını da bilmiyordu.
Ama ne demişler, öğrenmenin yaşı da başı da yok.
Ecevit de 50 yaşından sonra ve başbakan iken Gaziantep’te üstelik kendi bakanından öğrenmiş.
1979 yılı ara seçimleri için yurt gezisinde iken...
Kalabalığı “ısıtmak” için önce natıkası kuvvetli biri kürsüde nutuk atıyor...
İktidarda malum, Milliyetçi Cephe var.
Yani, o günlerdeki ifadesiyle “zam zulüm işkence” dönemi.
Bir kamyonun kasasına oturtulmuş kürsüdeki yerel hatip haykırıyor:
“Artık yeter! Yarın sandığa gideceksiniz. Sandıkta bu MeCe’ye kol saati göstereceksiniz! Kol saati göstereceksiniz!”
Alan alkıştan, gürültüden yıkılıyor...
Ecevit söylenenleri pek kavrayamadığı için yanındaki Turan Güneş’e soruyor:
“MC kol saati mi dağıtacakmış?”
Turan Güneş’in yanıtının ne olduğu ve konuyu Ecevit’e nasıl izah ettiğiyle ilgili rivayet muhtelif...

***

Türkiye örtülü, yeni bir “zam zulüm işkence” dönemi yaşıyor.
Önümüzde, 10 yılı belirleyecek çok önemli bir seçim var.
Rastlantıya bakın ki “kol saati” kendiliğinden gündeme gelip oturdu.
Bunda bir hayır olmalı.
Ayakkabı kutusu taşımak zor.
Ama kol saati göstermenin pratik imkânını halkımız mutlaka kullanmalı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gerçeğin demine Hu 28 Nisan 2024
Erdoğannâme... 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları