Feyzi Açıkalın

Mahcup “evet”çiler korkak “hayır”cılar

06 Nisan 2017 Perşembe

Türkiye’de, adına referandum denen bir tuhaf oylamaya gidiliyor. Sandık yoluyla yapılan bu dayatmayla siyasi iktidar, geleceğe ilişkin bir projesine onay verilmesini istiyor. Referandumun, iktidarın icraatlarını “sağlamlaştırmak, uzatmak, pekiştirebilmek” adına ülkenin bütününden destek istemek yerine, kendi seçmen kitlesini bir arada tutabilmek amacıyla yapıldığı söyleniyor.

Türkiye’de yaşam, referandum sonucuna endekslenmiş durumda… Büyük markalar, teknik olarak üç hafta süren kampanyaya çıkma sürelerini, “ne olur ne olmaz” diyerek referandum tarihi öncesine denk getirdiler. Bankalar keza, sonucu bekliyor. Türkiye’deki uluslararası spor organizasyonlarında bile, çalışmalara tam olarak başlanamıyor.

İşin tuhaf yanı, kampanyanın son derece eşit olmayan şartlarda sürüyor olmasının halk tarafından kanıksanması. Bu durum bir “Türkiye yönetim gerçeği” olarak kabul görüyor. Halka sorulduğunda, “evet” oyu verecekler her nedense büyük bir mahcubiyet ve utangaçlıkla tercihlerini söylüyor. “Hayır” seçeneğinde olanlar daha net iken, büyük bir bölümü de rengini açıklamaktan korkuyor.

Nasıl korkmasınlar? Vatan haini, FETÖ’cü, bölücü, faşist, diktatör, bayrak karşıtı olmakla suçlanırken, daha dün de, vereceği oy ile ahiretini tehlikeye atabileceği uyarısı ile karşılaştılar! Bir büyük fetvacı, Yahudilere Hristiyanlara olduğu gibi, hayırcılara da yaşam hakkı verileceğini söyleyebiliyor; lütfediyor. Bir de, hayır kullanacağını hissettirip evet için çalışıyormuş gibi görünenler var; gelecekteki çıkar ilişkisini gözeten, en sinsi olanlar…

Siyasi iktidarın bütün gücüyle yönettiği kampanyaya karşı ülke çapında “partisiz” bir karşı koyuş görülüyor. Ülkücülerin, kendilerine “Sivil Milliyetçiler” dediği söylenen gurubu ile Cumhuriyetçilerin adı konmamış birlikteliği hayır oylarını diri tutuyor. Referandum sonrası Türkiye politikasındaki olası gelişmelere karşı, şimdiden hazırlıkları yapılan bir dayanışma var sanki…

Bir turizm şehri olan Alanya’da ise 1990’lı yılları anımsatan bir “Deja Vu” hali yaşanıyor… Batı Avrupa ile yaşanan kriz sonrasında yine turizm gelirlerinde büyük düşüş bekleniyor. Ama Batı, 25 yıl önce olduğu gibi Kürt sorunu yüzünden değil; kendisine siyasi iktidar ileri gelenleri tarafından küfredildiği, hakaret edildiği için Türkiye’yi turizm yoluyla cezalandırmayı düşünüyor.

İktidar her türlü muğlak, netleşmemiş ilişkiye rağmen, elde kalmış tek seçenek olarak Rusya ile gerdeğe girmeye çalışıyor. Batı Avrupa ile, Gümrük Birliği Anlaşmasının gözden geçirilmesi gerektiği efelenmesine gidilirken; Rusya’ya, tek yanlı bile olsa Türkiye’ye pasaportsuz giriş ricasında(!) bulunuluyor. Turizm derneği yöneticileri halka bu yönde iyimserlik aşılıyor.

Beklentiyi yükselten turizm esnafının bir kısmı kaynağı belirsiz nakit akışıyla dükkan restore ederken, merkezde Alanya dışı sermayenin izlerini taşıyan daha büyük işletmeler açılıyor. Diğer taraftan da turistik tesisler ve kar getirebilecek işletmeler, ya yabancı sermayedarlar ya da mafya özentilerine devir ediliyor! Umut zinciri şehre niteliksiz, denetimsiz iş gücü göçünü de beraberinde getiriyor.

Alanya; şehrin iktidar uzantısı sermayedarı ile iş tutan solcu eskisi; otel personeline “evet” baskısı yapan turizmcisi; rakiplerine çadır ziyareti yapan naif yerel muhalefeti; Rusya’ya göndermediği domatesin hesabını hala sormayan köylüsü ve kendi aralarında yaptığı referandum oylamasında tulum çıkartarak(!) teselli bulan kış dönemi turisti ile çok ilginç bir şehir olmaya devam ediyor.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları