Ayşe Yıldırım

Yeni bir yazı türü

18 Mayıs 2017 Perşembe

Fransız yazar Michel de Montaigne 16. yüzyılda belli bir konuya ilişkin kişisel duygu ve düşüncelerini anlattığı metinler yazdı. Türünün ilk örneği olan bu yazıları Essais (Denemeler) adıyla yayımlandı. Böylece bugün dünyada ilgiyle okunan edebiyat türünün de adını koymuş oldu.
Şimdi bizim de yeni bir edebiyat türünün adını koymamız gerekiyor.
Aslında uzun zaman önce bu yeni yazı türünün temelleri atılmaya başlamıştı.
Basına baskının gözle görülür boyuta ulaştığı AKP iktidarının özellikle son yıllarında gazeteciler işlerinden atılırken, gözaltına alınırken ufaktan kendini göstermeye başlamıştı. Ama OHAL ile birlikte çok keskin biçimde belirginleşti.
Özgürlükleri, demokrasiyi, insan haklarını yok etmenin yolu basını öldürmekten geçiyordu bir anlamda. Muktedirler bunu çok iyi biliyordu. Onlara destek verenlerin başında da ne yazık ki kendisine gazeteci diyen tetikçiler geliyordu.
Basın organları birer birer kapatılırken alkışladılar, gazeteciler tutuklanırken sevinç çığlıkları attılar, yetmedi hedef gösterdiler...
Haber ve habercilik hızla öldürülürken gazeteciler de ölümüne tutsak edilmeye başladı.
Sadece susturulmaları yetmiyordu artık onlara. O çok korktukları ellerindeki tek silah olan kalemlerini almakla kalmadılar. Dört duvar arasına canlı canlı gömmek istiyorlardı. Sesleri çıkmasın ve bir ses duymasınlar. Okumasınlar, konuşmasınlar, görmesinler, duymasınlar...
Onlarla birlikte sevdikleri, dostları, arkadaşları da cezalandırılıyordu.
Oysa bilmiyorlardı ki zaten herkes dört duvar arasındaydı artık. İçeride olmakla dışarıda olmanın arasında pek fark olmayan günlerde olduğumuzu dünya biliyor. Ama onlara yetmiyor...
İşte bu yüzden biz de yeni bir yazı türünü geliştirdik. Gitmeyen mektuplar gazete sayfalarından içeriye gönderilmeye başladı. Ahmet Şık’ın arkadaşları doğum gününü kutladı parkta. Fotoğrafla hasret gidermeye çalıştılar, haberle iletişim kurdular, söyleyeceklerini yazıya döktüler. Anneler oğullarına, çocuklar babalarına yazdı, arkadaşlar özlemlerini dile getirdi, haksızlıkları haykırdılar...
Şimdi benim yapmaya çalıştığım gibi.
Bu kez Oğuz için oturdum bilgisayarın başına. Yeni küçük tetikçiler hedef göstermişti onu. Çünkü öldürmeye çalıştıkları gazetecilikte direniyordu Oğuz. Suçu büyüktü anlayacağınız.
Çağlayan’daki o soğuk adliye binasının koridorlarında kim bilir kaç kez bariyerlerin önünde dostlarımızı, meslektaşlarımızı beklemiştik Oğuz’la.
Hepsini birer birer gönderdik diyeceğim ama çoğunu topluca gönderdik demem daha doğru olacak.
Bu kez Oğuz bariyerlerin diğer tarafındaydı. “Bu çürümüşlük karşısında yapacak bir şey yok” diyordu.
Biliyordu sıranın kendisine geleceğini. Çünkü haberciydi. Çünkü sorumluluğunun farkındaydı. Çünkü yaptığı işi seviyordu.
“Vay arkadaş” deyip duruyorum içimden. “Vay arkadaş” senin için de mi yazacaktım.
Erk Acarer, “El Kaide’nin bandrollü kitap bastırıp dağıttığı bir ülkede sadece gazetecilik yapan Oğuz abi tutuklu” diyordu televizyonda.
Başka söze gerek var mı bilmiyorum.
Ama biliyorum ki bizler onurumuzla onlar utançlarıyla yaşamaya mahkûm olacaklar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları