Feyzi Açıkalın

Arda, İskandinav turist rehberi benzerliğinde

12 Haziran 2017 Pazartesi

Eski topçu Rıdvan Dilmen’in 16 Nisan Referandumu öncesinde başlattığı ve Arda Turan’ı da ortak ettiği “evet” kampanyası sonrası bir yazı kaleme almış ama yayımlamamışım. El yazısı ile hazırlanan karalamada başlığı, “Arda’yı az kalsın sevecektim!” şeklinde koymuşum.

Kampanya gereğince, Rıdvan’ın her zamanki başlama vuruşunu yaptığını, pası alan Arda’nın defansın arkasına deplase olurken seyircinin birden ayağa kalkıp yuhaladığını, numarayı yemediğini(!) gösterdiğini yazarak başlamışım.

Yazı, çeşitli örnekler vererek Arda’ya yarım kalan övgülerimle sürmüş. Sonunda da şeytani siyasetin, devletin milliyetçi çekirdeğini temsil eden Fatih Terim’in karşısına, Yeni Osmanlı’nın tam da içinde yeşeren Arda Turan’ı çıkararak, çatıştırmaya çalıştığını yazmışım! Her neyse konumuz başka bugün…

Eskiden ülkemizde Batı Avrupalı yoğunluklu turizm yapılırdı! Özellikle İskandinav turist rehberlerinin bir kısmı, Alanya benzeri büyük yerleşimlerde günlük yaşamın bir parçası olurlardı. Gelişmişlik indekslerinde her zaman başlarda yer alan İskandinav insanı, sezon sonunda ülkesine dönmeye yakın, her halleriyle bize benzemeye başlardı!

Misal, kırmızı ışıkta geçmeye bayılırlardı. Bu onlar için ulaşamayacakları bir özgürlüktü. Alışverişte pazarlık yapmaya alışırlar; kaba konuşmayı işin raconu olarak görmeye başlarlardı. Sıraya girme alışkanlıklarını kaybeder; hızlı araba kullanır, trafik ihlalinde efelenir; yerli sevgili(!) edinirken seçici olmazlardı. Çünkü Türkiye’nin şartlarının böyle davranmayı gerekli kıldığını düşünürlerdi. Kim bilir, belki de turizm sezonu boyunca edindikleri deneyim konuşuyordu!

Ama yerli sevgililer onların ülkelerine kısa tatiller için gittiklerinde, ilişkide olduğu Avrupalının Alanya’dakiyle ilgisi olmayan disiplinli, kuralcı bir yaşamı sergilediklerini, saygılı dili kullandıklarını hayretle anlatırlardı.

Aynı örneği Avrupa’da yaşayan Türkler için verdiğimizde, sokaktaki göçmenin/yabancının içinde, günlük yaşam kurallarını delmeye çalışanlarının ne yazık ki ülkemiz insanı olduğunu üzülerek görürüz. Anadolu insanının, Avrupalının kurallar manzumesini yıkmaya çalışma nedeni, Batı Avrupalının bizim ülkemizde uyguladığından farklı idi belki. Büyük olasılıkla, yaşadığı ülkeye entegre olmayı reddederek, bir isyan gösterisindeydi.

Futbola dönüyorum... Ülkemize, özellikle son yıllarda azımsanmayacak ölçüde ünlü sporcu geldi. Bu sporcuların bir kısmı, iyi uyarıldıkları için etliye sütlüye karışmadan, hiçbir basın organına demeç vermeden sessizce yaşadılar. Elini şortunun içine sokup tribünlere karşı düzeltenler, attığı golden sonra saha içinde Türk önderleriyle birlikte namaz kılanlar ise, sözüm ona Türkiye gerçekliğini yaşayanlardı.

Oysa bir de Alex Souza geçti Türkiye’den. Kimsenin cesaret edemediği bir dönemde tutuklu başkanını hapishanede ziyarete gitti. Yılbaşı kutlamasını, kulübün malzemecisinden şoförüne kadar uzanan çeşitlilikteki bir konuk sayısıyla, evinde davet vererek yaptı. Saha içinde ve dışında hep kaliteli bir insan duruşu sergiledi. Ama ne yazık ki bu yönüyle çok az anıldı. Onun örnek olması gerektiği, toplumda yeterince dillendirilmedi.

Aynı, “Yeni Alanyalılar” diye adlandırılan, Alanya’da mesken tutmuş nitelikli Batı Avrupalı insanların şehirde bir etkileşim yaratamadığı gibi. Genç rehberlerden farklı olarak, uygar dünya görüş ve yaşayışını sürdüren özellikle İskandinav insanı, bırakın bu anlamda yaralanmayı, küstürülerek, korkutularak ülkesine geri dönüşe zorlanıyor.

Yazının sonuna geliyoruz; Arda bunun neresinde? Arda da Batı Avrupa’da tutunmaya çalışan bir göçmendi. Tanrı vergisi yetenekleriyle Avrupalıyı büyüleyebilecek, onları bu anlamda etkileyecekti. Kısmen yaptı da. Karşılığında, en azından mesleğini ilgilendiren bölümü ile o topluma entegre olması bekleniyordu. Çünkü orası bir okuldu. Kazanacağı değerler vardı.

Ama o böyle bir yaşamı tercih etmedi. Belki paçası sıkmadı, belki de siyasi şekillenmişliği gereğince ilişki kurmayı reddetti. Orada kendi gettosunu kurarak yaşadı. Türkiye’ye her dönüşünde ise ülke koşullarının gerektirdiğini var saydığı davranışını sürdürdü. Aynı, Almanya’daki Türklerin bir çoğunun yaptığı gibi.

Peki ne olacak bu ülkenin hali? Yaşamımızın her alanında dünyaya entegre olmayı reddediyoruz. Dünyanın nitelikli örneklerinin bizi etkilemesini istemiyoruz. Yavan, sığ; kendi çelişkili, çatışmalı gündemimiz içinde kavrulup gidecek miyiz? Rol model diye sahneye sürülenler kaç nesil daha işlevini sürdürecek?

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları