Olaylar Ve Görüşler

ALİ FIRAT ATABAŞ - Nasıl muhabir oldu?

23 Haziran 2017 Cuma

Gazetemiz yazarı Cüneyt Arcayürek’i 23 Haziran 2015’te kaybettik. İkinci yılında saygıdeğer anısına kendisiyle yapılmış, gazeteciliğe nasıl başladığını anlatan bir söyleşiyi yayımlıyoruz.

Deniz Caddesi’nde bir eve taşındık, 2 odalı, gayet basit bir ev... Karşıda bir apartman vardı, mahalleli arkadaşlar filan... Tanıdığım Atilla diye bir çocuk var, babası Başbakanlık’ta müsteşar muavinlerinden biriydi. Sarı saçlı, mavi gözlü bir de ablası vardı. Ablası her hafta piyano dersi alıyordu. Sabahattin Bey diye biri geliyor... Bir de bir çocuk geliyor, çok konuşan, belli oluyor ki Atilla’nın ablasına âşık... O sırada ben de tıp fakültesine başlamak üzereyim, hatta başladım galiba... Çetin Altan’ı ben ilk orada tanıdım. Çetin Altan; çok tuhaftır, hem hukukta okuyor hem de Ulus gazetesinde muhabir... Arkadaşlık yapıyoruz artık... Yavaş yavaş da bir dostluk doğdu. Parasızlıktan şikâyet ettim. Tıp fakültesi pahalı bir fakülte... Dedi ki; “Gel ben seni orada çalıştırayım.” Beni Ulus gazetesine alıp götüren Çetin Altan’dır. Benim gazeteciliğe başlamam da öyle olmuştur.

Ulus gazetesi ve ilk daktilo
Ulus gazetesi CHP’nin organı... Rüzgârlı Sokak var, orada bir bina... Üst katı tamamen CHP’ye ait, alt katı matbaa... Biz orada büyük odada; uzun bir masa, sadece ben değil Çetin Altan, Kemal Malvarlı ve bir de Gazanfer Kunt vardı. Yani biz laubali giyinen adamlarız.
Benim genel kıyafetimi de söyleyeyim; bıyıklar var, iyi bıyık ha... Ayağımda, o sırada Amerikalılar savaşta artan malları göndermişler ya, botlar var. Roosvelt denilen botlar, onlardan var. Ve hep dik yaka kazak giyiyorum. O masanın etrafında haberler yazılır. İlhan Paniç vardı şef... İlhan Paniç, bir Bulgar göçmeniydi galiba; fakat masasının bir gözünde hep şarap var, ben buna bozulurdum. Makine attı başına biliyor musun... Türkiye’de ilk defa daktiloyla haber yazılan gazete Ulus’tur, biliyor musun? Herkes elle yazardı.

Akşam haberlerine verdiler
Ulus başka bir gazete, öyle herkesin kolay kolay girip çıkabileceği bir gazete değil... Başyazarımız Falih Rıfkı Atay, odası var. Eski yazıyla yazıyor. Onun yazılarını okuyan düzeltmen Hakkı Hoca vardı. Hakkı Hoca, eski yazıyı ve Türkçeyi çok iyi biliyor. Onun için ona dokunamıyor kimse...
Falih Rıfkı bazen koridora çıkıyor. Bize “Bu gürültü ne” filan diye sesleniyordu odanın kapısından... Burak vardı, karikatürist... Eski gemi süvarisi, o bunu duyunca çıkar “Ne bağırıyorsun be” derdi. Biz de hayret ederdik Falih Rıfkı’ya bağırıyor adam diye... Ama bu rahatlıkta ilginç bir adamdı. Bizi de korurdu. Bir odada da Kemal Zeki otururdu, akşam haberlerini çıkarıyor. Bizi fazla yaramaz gördüler. Oraya sürdüler. Ulus’tan aldılar akşam haberlerine verdiler, Kemal Zeki Abi’nin yanına...

İlk manşet haberim
İlk defa benim haberimle çıkan manşetten zevk duyduğumu hatırlıyorum. Ben Ulaştırma Bakanlığı’na bakıyorum. Orada bir adam var, dedi ki “Derince gibi bir yerde Amerikan malzemesini indiriyorlar. Amerikan yardımı başlıyor.” Ben bunu geldim söyledim. Yaz dediler yazdık tabii... Kemal Zeki düzeltti, manşet çekti. “Amerikan yardımı Derince’de” diye... Azizim, dikkatimi çeken şu oldu, Vatan’ın gözde muhabiri Sebahattin Sönmez, Hürriyet’in muhabiri Emin Karakuş ve Cumhuriyet’in muhabiri Mekki Sait Esen; bunlar geldiler gazeteye bu haber ne kadar doğru diye... Dediler ki bu çocuk yazdı haberi... İsimleri bile dev olan Sebahattin Sönmez, Emin Karakuş ve Mekki Sait Esen karşısında ilk kez “Evet doğrudur bu haber” diye söylediğimi ve sonra çok keyif aldığımı hatırlıyorum yani...

Polis muhabiri oldum
İnanılmaz bir şey yani, zaten orada da işe başladıktan sonra tıp fakültesi falan kalmadı. Gerek de yoktu, nedenini söyleyeyim: Gazeteler sabaha karşı dörtte basılıyordu. Dörtte, düşünebiliyor musun? İstanbul gazeteleri Ankara’ya günü gününe gelemezdi. Trenle gelir, ertesi gün okurduk. Ulus sabaha karşı dört beş gibi baskıya girerdi. Bizi Ulus’a aldıkları zaman, ilk defa bizi mürettiphaneye gönderdiler. Sayfa nasıl yapılıyor, nasıl diziliyor, bunları talim ettik. Sonra öyle bugünküler gibi, git hemen Parlamentoya muhabir ol yok. Çetin’le beni polis muhabiri yaptılar, iyi mi? Polis bir de bizi dövmüştü hatırlıyorum. İkinci şube müdürü Eşref Bey vardı. Son derece ilginç bir adamdı.
Geceleri polisleri bir otobüse dolduruyor, şehri dolaşıyorlardı. Bizi de alırdı. Şimdi bu Eşref Bey çok tipik bir adam... O zamanın en önemli gazinosu, Gar Gazinosu... Yazları da bahçeye çıkıyor ve hakikaten dünyanın en iyi orkestraları orada çalıyordu. Oraya geldik mi, “Çalın” derdi. Kırk polis düdük çalardı. Düşünebiliyor musun rahatsızlığı içeride oturanların? Böyle bir adam... O çok yardımcı olurdu. Çok iyi haberler alırdık. Ama şunu demek istiyorum, gazeteciliğe ha deyince en iyi noktadan değil; baştan, ilk baştan polislikten adım adım...

Kauçuk ağacı aradım
Demin söylediğim büro şefi var ya, bir gün çağırdı beni bu, “Keçiören’e git” dedi. “Bir bahçede kauçuk üretiliyor ağaçlardan” dedi. Peki gidelim dedim, ama vasıta yok. Bugünküler gibi altında araba, cebinde cep telefonları filan da yok... Oradan ben yürüyerek Keçiören’e gittim. Gittik ama, ne biliyor musun, hani yaprakları büyük ağaçlar vardır, bundan kauçuk üretiliyor diye yutturmuşlar birileri... Ben oradan bilgileri aldım geldim. İlhan Abi’ye, “Abi kauçuk olur mu ağaçtan?” dedim. “Yaz” dedi. Yazdım, aldı baktı yırttı. “Bir daha yaz” dedi. Bir daha yazdım, onu da yırttı. İyi olana kadar yazdırdı bana o yazıyı... Bugün burnundan kıl aldırmazlar, herkes baş muhabir oluyor, bir iki defa imzası çıktı mı gazetede tamam... Ulus gazetesinde imza çıkması tarihsel bir olay...

Tek işleri gazetecilikti
Bir de bir kahvemiz vardı. Orada toplanılırdı. Herkes birbirine haber verirdi. Sende ne var, bende ne var; öyle haber yazılırdı. Şimdi öyle değil, şöyle bir durum var artık, muhabirlerin yazdığı yazı önce editörlere gidiyor. Editörler onu kafasına göre ve muhtemelen siyasetin ona dikte ettiği yöne doğru düzenliyor, ondan sonra genel yayın yönetmeninin onayından geçiyor. Ama bir fark daha var. Ulus parti gazetesiydi ama diğer gazeteler başka işi olmayan bir patronun gazetesiydi o zamanlar... Hürriyet, Sedat Simavi’nin mesela... Cumhuriyet, babadan Yunus Nadi’ye geçmiş... Gazetecilikten başka işleri olmayan, iktidarla uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan, sadece gazetecilik görevi olan... Hürriyet Sedat Bey’den sonra Haldun ve Erol beylere kaldı.
Sedat Bey’in ve Erol’un hiçbir iktidarla yakın bir ilişkisi olmamıştır. Ve hiçbir işleri yoktu, tek işleri gazetecilik... Haldun Bey’in babası almış, öğren bunu demiş. Haldun Bey, inanamazsın bir rotatif makinesinin sökülüşünü bilir, monte edilişini bilirdi. Arıza olursa ustası kadar bilirdi. Şimdi sen bana söyler misin bugünkü patronların hangisi gazeteci patron? O dönemdeki gazetecilerin ahlaki durumları da vardı. Hakikaten o dönemde gazeteciler haberin peşinden koşup, haberi vermek için koşuyorlardı.
Türkiye eleştiriye inanılmaz ölçüde daha açıktı. Senin hiç aklına gelir mi? Ben bazı bazı düşünüyorum; Demirel’i arıyorsun, Bülent’i arıyorsun. Onların zamanında medyaya baskı kurmak yoktu. Mesela Demirel; çok kızdığı bir gazete varsa dava ediyordu, kaybediyordu ya da kazanıyordu, o kadar... Hani o gazeteyi baskı altına almak filan yoktu. Bunu Adnan Bey icat etti.

ALİ FIRAT ATABAŞ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları