Olaylar Ve Görüşler

YÜKSEL IŞIK Gazeteci, yazar- Bekle o gün gelsin İstanbul

04 Temmuz 2017 Salı

9 Temmuz’da İstanbul’da olması planlanan “Adalet Yürüyüşü”nün İstanbul karşılaması çok önemli. Kalabalığın tarihimizin gördüğü en görkemli ve en coşkulu kalabalık olması halinde “iktidarın adaleti” geri adım atacak, Türkiye, umutlu bir geleceğe uyanacaktır. O halde bugünün en insani görevi, “o gün” için yürüyenlerin yanında olmaktır.

 

Başlık, bir ütopya üzerinden İstanbul’a seslenen Vedat Türkali’nin o muhteşem şiirinden! Türkali’nin, “Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul/ Bekle bizi” dizeleri, belki de ilk kez ütopya olmaktan çıkıp gerçeğe bu kadar yaklaşıyor.
Bunu sağlama potansiyeli taşıyan ise CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu’nun haksız ve hukuksuz tutuklanmasıyla birlikte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü”.
İstanbul’a doğru yol alan “Adalet Yürüyüşü”, Türkiye’nin artık farklı bir güzergâha girdiğinin işaretidir. Bu yürüyüş, adaletin terazisinin bozulduğunun ve düzelebilmesi için yeni bir konsensüse ihtiyaç olduğunun göstergesidir.

Geçmişe ağlamak
Denilebilir ki ve zaten deniliyor ki bunca haksızlık ve hukuksuzluk yapılırken neredeydiniz? Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’li vekiller tutuklanırken, işlerini ve ekmeklerini geri almak için bedenlerini açlığa yatıran Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın dönüşü olmayan yola girdiklerinde neden sesiniz çıkmadı?
Neden 16 Nisan’da sandığa attığımız irademize rağmen 1.5 milyon mühürsüz oy, yasanın açık hükmüne rağmen geçerli sayılırken kılınız kıpırdamadı? Dahasını yapabilir; milletvekili tutuklanmalarının önünü açan değişikliğin, CHP’li 17 vekilin oyuyla geçtiğini ve bu oylama öncesinde Kılıçdaroğlu’nun “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” dediğini de hatırlatabilirsiniz.
Hiç kuşkusuz soracağınız her soruda haklılık payı var ancak geçmişin çetelesi tutularak, geleceğe doğru yol alınmaz. Sorulabilecek her haklı sorunun yarattığı halenin kendi “cirmi” kadar tepki yaratabildiğini de akılda tutarak yol alınmalıdır.

Su ne zaman kaynar?
Tıpkı suyun kaynama anı gibi! Bilindiği gibi normal koşullar altında su 100 derecede kaynar. Yüzüncü dereceye gelene dek geçen 99 derecelik süreç, esasen hazırlık sürecidir. Mesele toplum ise buna “zihinsel ikna süreci” denilebilir.
Örneklerimize dönersek, Selahattin Demirtaş’ın tutuklanma süreci ve öne sürülen gerekçe, esasen deprem niteliğindedir. Ancak “toplumsal ikna süreci”nin henüz başlangıcındadır. 16 Nisan öncesi yeşeren umutların üstüne karabulut gibi çöken 1.5 milyon geçersiz oyun geçerli sayılması da, “suyun kaynama derecesini” artıran bir başka etkendir. Bu arada Nuriye ve Semih’in, işlerini istedikleri için yaptıkları açlık grevi nedeniyle tutuklanmaları, iktidar partisinin önemli isimlerinin damatlarının, “sabit adresleri” olduğu gerekçesiyle serbest bırakılmaları da bu sürecin ısısını artıran derecelerdir. Adaletin terazisini sarsan, vicdanları kanatan bu gelişmeler, “toplumun zihinsel ikna süreci”nin tamamlandığını gösteriyor.
Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “bıçak kemiğe dayandı” ifadesi de bunu anlatır. Yani mesele Berberoğlu meselesi olmanın ötesinde anlamlar içeriyor. Bütün bir ülkenin ve hatta evrensel hukukun ilkelerine bağlı kalmakta titizlik gösteren dünyanın meselesi haline dönüşmüş durumda.
İktidarın “adaleti” de bunu anlamış olacak ki İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın “damat”ı Ömer Faruk Kavurmacı için yeniden tutuklanma kararı aldı.

İktidarın lütufkar adaleti
Evrensel hukukun tarihi, adil olmanın temel kuralının tutuksuz yargılanma olduğunu gösteriyor. “Damatları” tutuklamak, haksız ve hukuksuz tutuklananları rahatlatmaz. Adaletsizlikte eşitlik, aklıselim hiç kimsenin talebi olamaz. Nitekim Kılıçdaroğlu da, haklı olarak, Adalet Yürüyüşünü etkisizleştirmeye dönük “damat” tutuklamasına karşı çıktı, aslolanın, evrensel hukukunda gereği olan, tutuksuz yargılanma olması gerektiğine dikkat çekti.
19. günü geride kalan Adalet Yürüyüşüne ilişkin Cumhurbaşkanı’nın önce “iktidarın lütfu”, ardından da “Seni de bir yerlere çağırırlarsa şaşırma”, “Yürüyenlerin hepsi terörist” açıklaması, adalet ihtiyacının ne kadar derin ve evrensel bir hakkın talep edilmesini darbelerle kıyaslamak, iktidarın nasıl bir açmaz içinde olduğunu gösteriyor.

Protesto haktır
Üçüncü sınıf demokrasilerde sıkça görüldüğü gibi muktedirin hapşırmasıyla nezle olanların hayli fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bunların başında MHP ve BBP parti yönetimleri ile iktidarın kalemşorları geliyor. Tabanlarının gösterdiği sempatiye rağmen MHP ve BBP, Adalet Yürüyüşünü “manidar” bulurken, iktidarın kalemşorları Kılıçdaroğlu’nun tutuklanmasını istiyor ve “Öldürmeseler de... “ gibi tehditler savuruyorlar. Oysa protesto bir haktır ve demokrasinin evrensel ilkelerini benimsemiş devletlerde protesto hakkını kullanmak için kimsenin lutfuna ihtiyaç yok.
Bütün bunlar adaletin ve dolayısıyla demokratik bir Türkiye’nin ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Adalet Yürüyüşünün talebi de budur. Bu talebin gerçekleşebilmesi, çok insanın harekete geçebilmesine ve hakkına, hukukuna sahip çıkmasına bağlıdır.

O gün bugündür!
Hiç tartışmasız Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşünün simgesel bir anlamı var ama bu simgeye vücut vermek, yalnızca Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin ötesinde. İstanbul’a yaklaştıkça kitleselliğin artması, Kocaeli’nden itibaren sayısı 500 bine ulaşmış bir kitlenin İstanbul’a doğru yürümesi ve nihayetinde Maltepe Cezaevi’ne giden bütün yolların milyonlarca insan tarafından doldurulması, Adalet Yürüyüşünü anlamlı kılacak ve belki de AKP iktidarının son yıllarında yaz-boz tahtasına dönüştürülen “yargı bağımsızlığı” kavramına yeni bir içerik kazandıracaktır.
Toplumsal ve siyasal tarihimiz, ne zaman kendimize, geleceğimize sahip çıkmışsak o zaman muktedirlere geri adım attırdığımızı yazar. Şairin yazdığı gibi, “Büyük ve sakin Süleymaniye, parklar, köprüler, kuleler, meydanlar” ve “Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalı kahveler” ile İstanbul, “Adalet Yürüyüşü”nü bekliyor.
İşte bu yüzden “Adalet Yürüyüşü” nün İstanbul karşılaması büyük önem taşıyor.
Kalabalığın tarihimizin gördüğü en görkemli ve en coşkulu kalabalık olması halinde “iktidarın adaleti” geri adım atacak, Türkiye, umutlu bir geleceğe uyanacaktır. O halde bugünün en insani görevi, “o gün” için yürüyenlerin yanında olmaktır.  

YÜKSEL IŞIK
Gazeteci, yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları