Vallahi yürüyorlar hem de koşar adım!

09 Temmuz 2017 Pazar

Adalet Yürüyüşü’nü sabahın çok erken saatlerinde Tuzla İçmeler’deki kamp yerinde yakalıyorum. Gece kamp yerinde yatanlar, usul usul eşyalarını toplayıp, biraz ötede dağıtılan sabah kahvaltısını almak için sıraya giriyorlar. Börek ve çay. Börekler hiç kuşkusuz Sarıyer Belediye’sinin ikramı. Ben merak ediyordum, yaklaşık 20 bin kişinin geceleyerek yürüdüğü bu büyük yürüyüşte, tuvalet sorunu nasıl çözüldü? Bizzat deneyerek gördüm. Sıra sıra tuvalet karavanları ve içerisi bal dök yala. Anlaşılan yol boyunca CHP’li belediyeler çok iyi organize olmuşlar. Temizlik bir numara. Biz kamp yerinden ayrılırken, yüzlerce temizlik işçisi belli yerlere konan bidonları boşaltmak için asker adımlarıyla kamp yerine doğru yola koyulmuştu. Kahvaltılar tüketildikten sonra kamp yerinde hâlâ uyuyanlar var, arkadaşları ellerinde nevaleler onları usulca uyandırıyorlar. Arkadaşlar insan acayip yoruluyor. Bunu da bizzat yaşadım. Yürüyüşte yaş ortalaması benim gördüğüm 45, eh insan Bolu dağlarından, Düzce’nin ovalarından geçip Tuzla’ya geldiğinde elbette yorgun olacak. 10 dakika fazla uyumak nimetten. Tam benim zamanım gruplar toparlanıyorlar, birden Gezi’de yitirdiğimiz güzelim insanların fotoğraflarıyla dolu bir pankart sanki bana sesleniyor. “Hadi yaz” diyor.

“İşte biz de buradayız! Hemen yanı başınızda!” Onları selamlayıp, Emekli-Sen grubunun yanına gidiyorum. Benim yaşımda insanlar beni pek bir sıcak karşılıyor, hemen emekli olduğumu gösteren bir yelek giyiyorum. Tamam ben yazarım, sinemacıyım ama esasta bir emekliyim. Ve milletvekili maaşlarının 26 bin lira olup benim elime geçen paranın 2 bin lira olmasının ağır bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bugün konumuz adalet! Evet yürüyorlar. Bizzat haksızlığa uğramış ya da haksızlığa uğrayacağını düşünen herkes yürüyor. Hatay’dan, Ayvalık’tan, Trakya’dan gelmişler, herkesin bu düzenle bir davası var. Hemen yanımda, kıvırcık kirpikleri yüzünün yarısını kaplayan sekizinci sınıfa giden bir kız çocuğu var. Ninesiyle birlikte yürüyor. Ninesi “Yapma etme dese de” o yürüyor. Çünkü balıklara çok meraklıymış ve su ürünleriyle uğraşan biri olmak istiyormuş. Oysa onların mahallede sadece imam hatip lisesi varmış ve orada su ürünlerine soğuk bakıyorlarmış. Babasının da onu özel okula gönderecek parası yokmuş. “Bu bana yapılmış bir haksızlık” diye yürüyor. Adalet belki de en çok ona gerek. Yürüyüş başlıyor, ben de sıradayım. Çevremde birkaç genç. Gençlerden biri emekli, malulen çünkü beyninde bir ur varmış ama o neşeyle, umutla uruyla arkadaş olmuş, şimdi yürüyor. Kendisi için, dostları için. Dostlarından biri NTV editörü, adını veremem “En çok gerçeklerden söz eden bir gazeteci olmak için yürüyor. Yalan haber artık burasına gelmiş!” Hemen yanıma engelli arabasında orta yaşlı bir adam geliyor. Sırada bekliyoruz ya, hemen nereden geldiğini soruyorum. “Zonguldak’tan” diyor. “Öyle mi, 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü’nü anımsarsınız” diyorum. “Tabii ben o zamanlar engelli değildim ve başından sonuna kadar yürüyüşteydim.” “Kaza mı geçirdiniz?” Gülerek “Ben akrobattım” diyor “Düştüm.” “Peki” diyorum, “iki yürüyüşü karşılaştırır mısınız?” “Vallahi madenci yürüyüşünden aklımda kalan tek şey iki lira zam istediğimizdi. Tam iki lira.” “Zam yapıldı mı?” “Daha fazlası oldu” diyerek arabasını sürüp gidiyor.

Kılıçdaroğlu resmen uçuyor

İmkânı yok, ben öndeki gruba yetişemeyeceğim. Çünkü çok hızlı yürüyorlar, uçuyorlar sanki. Kendimi yavaşlatmaya karar veriyorum. Etrafımdakilere “Neden bu kadar hızlı yürünüyor” diye soruyorum, deneyimli olanlar lafa giriyor: “Kılıçdaroğlu o kadar hızlı yürüyor ki adeta uçuyor, yetişmek için herkes kendini uçuş hızına ayarladı.” Benim bu uçuş hızına ayarlanmam imkânsız, ben de arkada bana yetişip geçen grupları izleyerek, onlarla konuşarak yürüyorum. Tanrım ne kadar çok sivil polis var. Mevcutlu polisler yetmezmiş gibi. Yürüyenlerin yanında her iki metrede bir eli tüfekli polis var. Yürüyenlerin arkasından tam 10 kocaman polis arabası geliyor, bir o kadar da ambulans. Ben yorulduğumu hissediyorum ama ser verip sır vermemeye dikkat kesilmişim. Bir ara hadi şu yol kenarlarındaki beton bariyerler var ya onları aşıp, kendimi başka bir yola atmayı deniyorum. Amacım bir an önce ikinci konaklama yerine varmak. Ama nafile başka bir yola atlayamadığım gibi bariyerlerin arkasında sap gibi beklemeye başlıyorum. Bir ara hasta numarası yapıp bir ambulansa binmeyi deniyorum, meğer ambulans şoförü benim bariyerleri zıplayarak aştığımı görmüş, gülerek bariyerleri gösteriyor. Çaresiz ben de gülüyorum ve tam o sırada bir araba önümde duruyor, “Atla atla” diyor. Atlıyorum. Arabayı kullanan İstanbul’u terk etmiş, Ayvalık’ı mekân tutmuş bir heykeltıraş. Arkada yolda ahbap oldukları bir başka kadın arkadaş, kadın arkadaşın ayakları öyle yıpranmış ki, mecburen arabayla yola devam ediyor. Çünkü Bolu’dan beri yürüyorlar. O sırada gene Ayvalık’tan iki bayan arkadaşı da arabaya alıyoruz. Hepsinin ağız birliğiyle söylediği wv söz şu: “Bolu dağlarında yürüyüşümüz daha güzeldi, İstanbul yolları bizi birbirimizden ayırdı.” İçimden onlara imreniyorum, gerçekten Bolu dağlarında yürüyüp gece yıldızların altında kulaklarımda Adalet türküleri uyumak isterdim. Yarın mazeret yok. 1 milyon 800 bin kişiyi kavrayan Maltepe Meydanı’nı tıka basa doldurmalıyız. Bu gece iyi uyuyun ve gelirken şapkanızı almayı unutmayın.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları