Feyzi Açıkalın

Gerhard Schröder gelmişken bir de turizme el atsaydı...

28 Ekim 2017 Cumartesi

Türk dışişleri zor günler geçiriyor olmalı. Kolay değil, yedi düvel ile kavgalılar ve bırakın sorunların çözümünü (ki zaten onlar çözmüyor!) gerilimin yönetilmesi bile her ülke için farklı yöntemlerle sürdürülüyor.

Örneğin, her ne kadar araya S-400’ler sıkıştıysa da, Rusya ile pazarlıklar domates-turizm ikilisi üzerinden yürüyor. Artık “salça tadı” veren el arttırmalarda, Rusya’nın ön alıcılığı gözleniyor.

Rusya Tarım Bakanı Tkaveç, Türkiye’nin korumacı tarım politikalarına yanıtlarının “simetrik!” olacağını belirtiyor. Türk siyasetçisinden duymaya alıştığımız, “misliyle!” dilbilgisi zarfını kullanmadıkları için, onlara minnet duyuyoruz!

Ne yazık ki bizim elimizde kullanacak koz yok; hep “kaybet, kaybet” üstünden gidiyoruz. Kazara düşürülmüş bir uçak sonrasında, pazarlıkta rehin olarak Rus turist alıkoysak, onlar dünden razılar, plaj terliklerini hiç çıkarmamaya.

“Akkuyu” desek! Ah bir diyebilsek; gelecekte Akdeniz kıyılarındaki, en hafifinden turizmin, tarımın tehdit altında oluşunu sergileyebilsek...

Amerika Birleşik Devletleriyle olan, “Ama ayıp oluyor!” sütre gerisi atışlarına hiç girmiyorum. Belki de bu konudaki yazıp çizilenlerin temelini, dağları saran o korku oluşturuyor.

Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa ile aslında en azından iki yıldan beri yükselen ama referandum öncesi çığırından çıkan ilişkilere gelirsek...

2002 ile 2017 yılları arasında Türkiye’ye yapılan 143 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırımın yüzde 74’ünün Avrupa ülkelerinden olması tabloyu açıkça anlatıyor. Buna rağmen, hatta bununla beraber; dış borç 232 milyar dolara ulaşmış ve toplam faiz olarak 84 milyar dolar ödemek zorundayken bile, dövize olan bağımlılığımız ve ana döviz girdisi olan turizmin nasıl ıskalandığını biliyoruz.

Kör topal geçen turizm sezonu sonrasında nihayet takkelerin çıktığı toplantılar yapılıyor. Cuma namazı sonrası önüne çıkıp yakınan esnafa, “Üç beş turist gelecek diye memleketi mi satacağız?” diyenler, geleceğe dönük umut saçmaya devam ediyor. 2018 sezonunda görülecek Alman patlamasından bahsediyor.

Turizm bakanı, “yumuşak güç” olarak kullanmak istedikleri turizmin, Batıya karşı sürdürülmekte olan sert siyaset diliyle nasıl bağdaştırılabileceğini açıklayamıyor. Nasıl ve nereden uyduruluyor ise, Türkiye yerine başka kıyı yerleşimlerini tercih edenlerin, oralarda nasıl aldatıldıkları(!) hoşnutsuzlukları dilden dile bir teselli söylemi olarak dolaşıyor.

Kaliteli şehir oteli isteklerini dışişleri bakanına ( bu arada neden turizm bakanına değilse!) iletenlerin, öncelikle şehirlerindeki; örneğin Alanya’daki Kulüp Alantur’un bir yıldır kapalı oluşunu gündeme getirmemeleri ilginç. Alantur’un sahibi Doğuş Holding’in neden Yunanistan’da Four Seasons; Hırvatistan’da Hyatt yatırımlarına giriştiklerini sorgulamadıkları gibi...

Eylül başı ile birlikte Rus turist ülkesine döndükten, turizm beldeleri boşaldıktan sonra “Batı Avrupalı olmadan turizm yapılmaz” yakarışları gelmeye başlıyor. Daha da kötüsü, Türk bankalarındaki mevduatları 167,8 milyar dolara ulaştığı bilinen yerleşik Avrupalı yabancıların birer ikişer evlerini satıp, ülkeden ayrıldıkları biliniyor. Türk dışişleri de hala sokakta, “Almanya bir adım atsın, biz iki adım atarız!” oyununu sürdürüyor...

Bu arada Alman basınından yansıyan haberlere göre ülkemize eski Almanya şansölyesi Gerhard Schröder’in geldiği belirtiliyor. Onun açıklanmayan(!) ziyareti sonrası Büyükada insan hakları savunucuları serbest kalıyor. Ortada bir pazarlık olduğu söyleniyor. Aynen, “Siz o papazı verin, biz de yapalım yargıya da şeyini, buradaki papazı size verelim!” örneğindeki gibi bir şey.

Schröder’in hem aktif siyaset hem de sonrasındaki dönemde iyi bir arabulucu olduğu biliniyor. İlginç olanı, siyaseti bıraktıktan sonra Almanya içindeki; Alman demiryolları, ya da büyük kuruluşlar REWE ve EDEKA arasındaki sorunları da çözmüş Schröder.

Türkiye açısından önemi ise, 2003 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ile birlikte Türkiye’nin AB adaylığına ilk ışık yakanlardan birisi olması. Avrupa Birliği’nin gücüne inanmış olan sosyal demokrat Schröder’in bir başka özelliği de, ABD Başkanı sağcı Bush ile yıldızının hiç barışmamış olması.

Eğer Schröder geldiyse ve gizli bir pazarlık sürdüyse, şu soru akla gelmez mi? Schröder’in ne aldığını biliyoruz da, karşılığında ne verdi? ABD ile “gesgerilen!” ilişkiler sonrasında ve de “Türkiye’nin AB’de yeri yoktur” sesleri her yönden yükselirken; Almanya’dan Türk bankalarına fon akışının kesilebileceği tehditleri gelirken; Türkiye’ye seyahat uyarıları artarken, acaba AB’ye girebilmemiz konusunda bize yardımcı olacağının sözünü mü verdi Schröder? ABD’ye karşı elini güçlendirmek isteyen Türkiye’ye, tam da ihtiyacı olduğu bir zamanda arka çıkar mı?

Eğer öyleyse ve bu işler böyle çözülüyorsa(!) ederi neyse verelim diyerek, Schröder’in turizmdeki krize de el atmasını isteyebilir miyiz? Söz; bize kırmızı ışık ihlalinde ders vermeye kalkan yerleşik Almanları da rehin almayacağız! Yazın geldiklerinde, deniz manzaralı yamaç evlerinin ortasından otoyol geçtiğini görüp şikâyet edenlere de dokunmayacağız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları