33-20-5...

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bu köşede haftada üç gün yazılarım, dört gün de rakamlarım yayımlanıyor.
Bugün ikisi bir arada oldu; yazı ve rakamlar... Ancak bu kez rakamlar meslek sürelerini içeriyor. 33 yıl, gazeteciliğe verdiğim toplam emeği...
20 yıl, bunun köşe yazarlığını içeren dilimini...
5 yıl, gazeteciliğin hapiste sürdürdüğüm bölümünü ifade ediyor.
Kimi hastalıklar mesleğe özgüdür. Madenciler akciğer hastalıklarıyla daha kolay tanışır, öğretmenler varisi okulun bir hediyesi sayar, terziler erken yaşta gözlüğü giyer.
Gazetecilerinse meslek hastalıkları daha çeşitlidir. Dönemlere göre yaygın olmaları, hatta bulaşıcıları vardır.
Bir bombalı saldırıya kurban gitmek Türkiye’ye özgü meslek hastalıklarından biridir. Hapse atılmak bir diğeri. Yaygınlaşan bir başka hastalık mesleğin dışına itilmek.

***

Her nerede olursa olsun, koşulları sonuna kadar zorlayarak mesleğini yapmak, kalemi elden bırakmamak da gazetecinin hastalığıdır
33 yıl önce 11 Kasım 1980 günü gazeteciliğe başladığımda tarifsiz bir heyecan içindeydim. O gün okulda öğrendiğim bütün gazetecilik tarifleri aklımdaydı.
“Haber, tarih taslağının ilk aşamasıdır.”
“Gazeteci, yaşadığı çağın tanığıdır.”
“Yeryüzündeki hiçbir şey bir gün önceki haber kadar bayat değildir.”
“Gazeteci arşivi ve çevresi kadar vardır.”
Telefon defterimin ilk sayfasına bu sözleri yazmıştım.
Mesleğe başladığımda Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin son sınıfındaydım. Ne yapıp edip dersleri kaçırmamaya çalışıyordum. Çünkü birinci sınıfta kendime okulu birinci bitirme sözü vermiştim. Hem mesleğe ilk adımı atmak hem de bu sözü tutmak, özgüvenimi daha da arttırdı.
Zaman zaman İzmir’de yaşayan Türkiye’nin önemli edebiyatçıları, yazarları konferans niteliğinde derslere gelirlerdi. Onları özellikle kaçırmamaya çalışırdım. O günlerden başlayan tanışıklığımızı daha sonra dostluğa dönüştürdüğümüz ve bu dostluğu hapiste demirden -betondan daha güçlü hale getirdiğimiz Muzaffer İzgü’yü selamlamadan geçemeyeceğim.
Köşe yazarlığı gazeteciliğin bir başka evresi oldu. Özü yine değişmedi, okura yeni, taze bir şey vermek...
İçimdeki, İletişim Fakültesi yıllarından kalan “okulu birinci bitirme öğrenciliği” hiç kaybolmadı.
Köşe yazılarımı, zaman zaman rakamlar değişse de en az 20 kişinin okuduğunu düşünürüm. Kendimi onların öğrencisi sayarım. Çoğu bugün aramızda değil, ama olsun ben yine de onların yazılarımı okuduğunu düşünerek kaleme alırım.
Arada mizah dozunu iyi bulduğum yazılarda, “tamam” derim, Aziz Nesinden geçer not alırız.” Türkçenin zenginliklerinden iki tutam alıp uyak yapabilmişsem, “Kim bilir” derim, belki de Yunus Emre kapı eşiğinde oturmama izin verir.”
Dünya gezilerini heybesinde yaptığım Evliya Çelebi ile şimdilerde ayrı bir yolculuk içindeyiz.
İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ile yazı sonrası muhabbetimiz olmaz; çünkü önceden konuşmuş oluruz.

***

Gazeteci olunur mu doğulur mu?
Bu biraz da yumurta-tavuk örneğidir. Ancak bugünkü Türkiye koşullarında gazeteci doğmak işin yüzde 49’udur. Yüzde 51’i gazeteci ölmektir.Gazeteciyi ölümsüz yapan da budur.
Gazeteciliği, yazmayı, üretmeyi hapishane koşullarında da sürdürmek... diye başlarsam, sütun yetmez. Bu yanını başka bir yazıya bırakalım.
Siyaseti de tıpkı gazetecilik gibi halka gerçekleri anlatma duygusuyla yapmaya çalışırken, partiden, gazeteden, meslek kuruluşlarımızdan dostlar “33-20-5”i hep birlikte selamlamak için toplantılar düzenlediler.
Akıl eden herkese teşekkür ediyorum.
Beni daha da güçlendirdiler. Bu da iyi geldi. Çünkü daha yapacak çok işimiz var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD gezisi iptal gibi! 25 Nisan 2024
ABD ile Hamas gerilimi! 24 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları