Geziden kalan umut...

31 Mayıs 2018 Perşembe

1968’in ellinci; Gezi ruhunun beşinci yıldönümü... Tarihsel açılımları ne denli farklı olursa olsun, ikisinin ortak yanları, ortak yöntemleri vardı...
Bir ağaca sarılmakla, bir parkı koruma çabasıyla başlayan direniş, orantısız güçle bastırılmaya çalışıldığında, hepimiz büyüdük, hepimiz çoğaldık, hepimiz bir araya geldik... Birlikte hayal kurduk, birlikte muhteşem bir rüya gördük...
Hepimiz dediğim, itirazı olan herkes... (Biat edenden, yandaştan, çıkar kollamaktan ya da korkudan boyun eğenden söz etmiyorum.)
Hepimiz, yani bir araya gelmez, gelemez diye bildiklerimiz: Nişantaşlısıyla Kasımpaşalısı, Edirnelisi, Diyarbakırlısı, sağcısıyla solcusu, ateistle beş vakit namazında olan...Her dilden, her kökenden, her sınıftan, her yaştan, her renkten, her tercihten olan ...
Taksim parkını, çevreyi korumaktan çok ötelere gitti, kimliğini ve insanlık onurunu korumaya dönüştü Gezi.
Barikatlar kurulup yıkılırken... TOMA’lı, gazlı, sopalı, coplu, kurşunlu şiddet kafamıza, sırtımıza inerken daha çok büyüdük, daha çok çoğaldık.
Artık Türkiye’nin her yeri Gezi’ydi.
Günlerden her gün Geziydi.
Ayrımcılığa inat, dayanışmanın adı Geziydi.

Gezi kimliğimiz
Öfke, şiddet, baskı arttıkça Gezi kimliğimiz bilendi.
Gezi kimliğinde tıpkı ’68’deki gibi “başka bir dünya mümkün” inancı vardı. “Genciz, güzeliz, dünyayı ve Türkiye’yi de değiştireceğiz” inancı vardı.
Bir siyasi partinin, bir liderin başlattığı bir hareket değildi. Doğaçlamaydı. Emir komuta zinciri yoktu. Öfkemiz, haksızlıklaraydı.
Öfkemiz ayrımcılığaydı. Öfkemiz buyurgan sese, aşağılayan, hakaret eden, yalan söyleyen, aptal yerine koyanaydı. Engellendikçe çoğalıyorduk.
“Çapulcu” aşağılanmalarına karşın “çapularak çoğalıyorduk”. Anamızı alıp da geziye gidiyorduk. Kâh “iki ayyaş”ın hesabını soruyorduk; kâh Hrant Dink’in....
Gezi kimliğimizde şiddet yoktu. En çok yaratıcılık vardı. Mizah vardı. Şiiir, müzik, türkü, dans, resim, tüm sanatlar vardı. Tencere tava müzikleri de, kuyruklu piyano da çalıyorduk... Klasik bale de, halay da bizimdi. Türkü de, arya da... Nâzım’dık, Ruhi Su’yduk, Hayyam’dık, Yunus’tuk...
Çarşı’nın “Sen de sarılacak bir ağaç bul” bildirisiyle coşuyor; “Seccadesini sedye yapan cami imamına, su taşıyan kilise papazına; Kapısını arkadan sürgülemeyen Beşiktaş sakinlerine” otele, kafe ve dükkânlara teşekkür ediyor; “Toma Gitti/ Aşk Bitti” afişine; kimi kanallardaki Penguen filmlerine gülüyorduk...

Aşk olsun size çocuklar!
’68’le simgeleşen özgürlük, devrim, adalet, aşk ve gençlik duygusu ve düşüncesi günümüze dek emperyalizmle, totalitarizmle hep ama hep mücadele etmek zorunda kaldı. Her tür baskı ve sömürüyle de... Dünyanın her yerinde totaliter rejimler 1968 ruhunun esintisini hissettikleri an, onu yok etmek için ellerinden her geleni yaptılar ve yapıyorlar.
Gezi olaylarından bunca korkulmasının nedeni işte budur....
Dün Mücella Yapıcı’nın da dediği gibi, bütün bunlardan geriye kalan, umut iklimidir. Ve bunu kimse yok edemez.
Doğası, havası, suyu yok edilen; yolsuzluğu, hırsızlığı, talanı aklayan; hem parayı, hem canı, hem de adaleti “sıfırlamayı” iyi bilen ülkelerde bile bu UMUT yok edilemez.
Bu yazı Gezi’de yitirdiklerimiz ve her daim genç kalacak canları düşünerek bitsin. Onları Can Yücel’in ’68 ruhunu da yansıtan “Mare Nostrum” (Latince Bizim Deniz) şiiriyle anıyorum.
“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun!!!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları